4. BÖLÜM

563 17 0
                                    




        - Lily-


     Okulun ilk haftası göz açıp kapayıncaya kadar bitmişti. Bu sene alacağım tüm dersler seherbaz olmamın yolundaki tek engeldi ve tüm profesörler bu engellerin zorlu olması için üst düzey çaba gösterecek gibi görünüyordu. Yine de hepsiyle baş edebilirdim. Tek bir şey hariç. Potter.

     Çarşamba günü kütüphaneye doğru giderken kendime sözler veriyordum. Kavga etmeyeceğim, sakin kalacağım. Sadece işimizi yapacağız ve hepsi bu. Ama gergin hissediyordum. Önceden Potter'a karşı yalnızca saf bir nefret duyuyordum. Okulda kendisi kadar yetenekli ve başarılı olmayan tüm insanlara yukardan bakması, yalnızca canı öyle istiyor diye Snape ile durmaksızın uğraşması, çevresindeki tüm kızlar ona bayılıyormuşçasına o yüksek özgüveni ile onlarla flört etmesi, kalplerini kırması ve bunu zerre kadar umursamaması... sanırım bu listenin sonu yoktu.

      Geçen yıl onunla ilgili keşfettiğim birkaç şey, fikirlerimi sorgulamama neden oldu. Lupin için yaptıkları, arkadaşlarına olan bağlılığı ve sadakati, her ne kadar dışarıdan öyle gözükmese de, gerçekten yardıma ihtiyacı olan insanlara yaklaşımı, acaba mı, diye düşündürmüştü. Ama bu yıl başladığında ve yine o umursamaz gülümsemesi ile yanıma geldiğinde ve kibrini gördüğümde, nefretimin haklılığını hatırladım. Bu çocukla ancak mecbur kaldıysam konuşabilirdim ve şu anda kesinlikle mecburdum.


      Kütüphaneye geldim ve kısmen boş olan bir masaya oturdum. Kitaplarımı açarak Potter'ı beklemeye başladım. Geç kalan insanlardan hoşlanmazdım, hala on dakikası vardı.

      Kütüphanenin kapısında hafif bir gürültü oldu. Kafamı kaldırdığımda, Potter'ın geldiğini gördüm. Doğru ya, bugün hazırlık maçları vardı. Belli ki yine snitchi yakalamıştı çünkü etrafına gülücükler dağıtıyor ve tebrikleri kabul ediyordu. Birkaç kız yanına imza almak için gitmişlerdi(yok artık!). Köşedeki büyük bir kız grubu da ona doğru fısıldaşıyorlar ve hayranlıkla onu süzüyorlardı. Şovun bitmesini bekledim.

       Sonunda hayranlarından sıyrılıp yanıma gelebildi.

'Geç kaldın diyemezsin Evans. Resmen on dakika önce geldim ki bu benim için bir rekor.' dedi.

'Gelirken hayranlarını da yanında getirmeseydin daha iyi olabilirdi tabi. Burası bir kütüphane. Tebrikleri sahada kabul edebilirdin ve çalışanlar rahatsız olmazdı. ' diye cevap verdim.

'Ben burada senden başka rahatsız olan görmüyorum...' dedi sessizce, gülümseyerek etrafı gösterdi. 'Ayrıca ne yapabilirim, binalarını şampiyon yapacağım için heyecanlılar. Ama sen tabi maçı izlemedin, sanırım çalışmakla meşguldün. Yoksa yakalayışımı görmek için tutuştuğuna eminim.' diye devam etti. 

     Bu arada yanımdaki sıraya yerleşmiş, çantasından eşyalarını çıkarmış ve ilgisini tamamen bana yöneltmişti. Yine o dikkatli gözleriyle beni inceliyordu. Umursamaz tavrımı takındım.

'Bununla kesinlikle ilgilenmiyorum. Gördüğüm kadarıyla ilgiye de pek ihtiyacın yok.' dedim. Kendimce laf yarıştırıyordum. Kesinlikle kaybediyorum.

'Ah Evans, ihtiyacım olan tek ilgi işte burada..' diyerek parmağıyla beni gösterdi yavaşça. Gözlerini benden ayırmıyordu. Bu göz teması sonlanmalıydı, hem de hemen. Kafamı kitabıma çevirdim. Hangi sayfa olduğunu bile bilmiyordum, tanrım. Saçımı toplamak için bir şeylere ihtiyacım vardı. Ellerimle saçımı toplar gibi kaldırdım, boynumu yelledim, saçlarımı bıraktım, ona döndüm. Beni izliyordu. Bir şeyler söylemek istedim.

'Neyse, başlayalım hadi. Geç bile kaldık.' dedim.

     İsteğime karşı koymadı. Ödev için araştırmalarımızı ortaya döktük ve Potter tahminimden daha iyi hazırlanmıştı. Ödevi çok kısa bir sürede bitirdik. Akşam yemeği saati yaklaşmıştı.

'Evet, şey, sanırım bu kadar Potter. Kötü olacağını sanmıştım ama iyi geçti, bir dahaki derste görüşürüz diyelim. Tamam mı?' dedim.

'Kötü olmayacağını sana son 7 yıldır anlatmaya çalışıyorum Evans.' dedi gülerek. Yüzümü astığımı görünce,  'Tamam, zorlamıyorum. Görüşürüz, o zaman.' dedi sevimlilikle ve yerinden kalktı, uzaklaştı. Bir sonraki aya kadar onu görmem gerekmiyordu.



            -James –

      Lily'nin yanından ayrıldığımda ne kadar acıkmış olduğumu fark ettim. Sabahtan beri sahada uçuyordum, maçtaki performansımı düşürmemesi için kahvaltıda neredeyse hiçbir şey yememiştim ve bayılmam an meselesiydi. Onun yanındayken bunun farkında bile değildim. Zaten onun yanında hiçbir şeyin farkında değildim. Sadece O vardı.

      Büyük salona doğru ilerlerken karşıdan yaklaşan kalabalık kız grubu, tamamen utanmaz ve umursamaz şekilde bana bakıyor ve açıkça dedikodumu yapıyordu. Muhtemelen içlerinden bir kaçı benden hoşlanıyordu ve kendilerini çıkma teklifi etmeye falan hazırlıyorlardı. Saçmalık. Eğer bir erkek seninle çıkmak isterse bunu sana söyler, hele ki bu erkek James Potter'sa. Eğer sana gelmiyorsam, istemiyorumdur.

      Zaman zaman flörtlerine cevap vermediğimi söyleyemem. Hayranlarımı seviyorum. Onlarla çıkacak kadar değil ama yüzlerine gülümseyecek, anlamsız flört girişimlerine cevap verecek kadar. Bazen onu da yapmıyorum. Ama çıkma tekliflerine daima hayır diyorum ve bunu dediğimde bana düşman kesiliyorlar.


      Kızlardan bir tanesi ben tam büyük salonun kapısından girerken yanıma yaklaştı. Bu kızı biliyordum. Emily bişey. Ravenclaw'dan. Onunla daha önce konuştuğumu sanmıyordum. Sanırım bizim çocuklardan biri beğeniyordu.

'Hey Potter, her sene her sezonun yenilmezi olmak nasıl bir duygu? Sahi, hiç snitch'i kaçırdın mı daha önce?' dedi. Saçlarını yanına atarak başını eğdi, en seksi gülümsemesini takındı. Fena değildi.

'Sıradan. Peki sen bu maçların kaçını izledin?' dedim.

'Hepsini, tabii ki. Bu maçta da en önde ben izliyordum. Görmedin mi?' dedi. Gerçekten şaşırmıştı. Snitch'i ararken kendisine bakacağımı düşünecek kadar kendine güveniyordu.

'Görmedim. Topu yakalamakla meşguldüm. Sen ne söylemek istiyordun?' dedim. Sadede gelsek iyi olacaktı.

'Yemeği birlikte yiyebiliriz diye düşündüm. Beni daha önce gördüğüne eminim. Zaten beni fark etmemiş olan çok az erkek vardır herhalde...'. Güldü. -artık pek hoş sayılmazdı- 'Her neyse, benimle yemek ister misin, belki sonrasında bir şeyler içeriz, ne dersin?' dedi.

     Hakkını vermek lazım, kızın özgüveni yüksekti. Uzun boyu, düzgün bacakları, sarı saçları ve mavi gözleriyle dikkat çekiyordu. Her erkek bu teklife atlardı. Ama ben, kolay kızlardan hoşlanmazdım. Zor kızları severdim, kafamdaki tek zor kızı da aşamıyordum zaten.

'Arkadaşlarıma söz verdim.  Başka zaman tatlım, olur mu?' dedim. Uzaklaştım. Lafı uzatmasını istemiyordum. Suratının kızardığını arkam dönükken bile görebiliyordum.

     Çocukların yanına oturdum. Yemeğe çoktan geç kalmıştım ama sürekli yenilenen tabaklar sayesinde geç kalsan dahi aç kalmıyordun. Yemeklere gömüldüm. Yemeği bitirip bir an önce kütüphaneye gidip çalışmalıydım. Lily ile anlaştığımız ödevleri yapmaya şimdiden başlamazsam asla onun istediği kadar mükemmel olmazlardı. Mükemmel olmazlarsa tartışırdık ve ben, benimle tartışmasını istemiyordum. Bana gülümsemesini istiyordum. Benden hoşlanmasını. Kendime verdiğim sözlere rağmen, tekrar hayatımın merkezine oturmaya başladığını fark ediyordum. Ondan, ona hissettiğim duygulardan ne kadar kaçmaya çalışırsam, o kadar dibe batıyordum. 

Jily -Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin