Bölüm ~14~

437 120 325
                                    

"Yani kendine geldiğinde bir zindanda mıydın?"

Yemek salonundayken neler yaşanmış, annesi, babası ve kardeşine ne olmuştu duyduklarımı anlamaya çalışıyordum.

"Evet." konuşurken sesi karanlığın en koyu halini aldı bir an için, "Oraya nasıl götürüldüğüm hakkında en ufak fikrim bile yoktu."

Savaş meydanında sayısız şeytan katleden, kılıcının ve büyüsünün gücüne inanan bir peri için tek bir şeytan tarafından zindana kapatılmak gurur kırıcı olmalıydı.

Onunda böyle hissettiğini tahmin edebiliyordum. "Zapt edilmiş halde günlerce aç bırakıldım. Birkaç hafta, belki de birkaç ay. Kimse gelmedi. Zaman adeta akışkan bir hal almış gibiydi ya da donmuştu belki. Kahretsin, bilemiyorum! " avuç içlerini göz bebeklerine hırsla bastırarak ovaladı, ardından saç diplerine gitti elleri ve aynı çıkmazda kalmış gibi saçlarını çekiştirdi.

Hareketleri, içindeki çıkmazı ele verirken benim elimden bir şey gelmiyordu. Lanet gururum olmasa yanına gidip kendine bunu yapmaması için ellerini tutardım belki ama o zamanda ona acıdığımı düşünebilir, onu daha çok incitebilirdim. Yapabildiğim tek şey dizlerimi karnıma çekip onu izlemek, konuşması için ona zaman tanımak oldu.

Nihayet devam ettiğinde duyacaklarıma hazır olmak için nefesimi tuttum. "Bileklerim artık uyuşmuştu ve ayak parmaklarımı hissetmez olmuştum. Aileme ne olduğunu düşünmekten çıldırmak üzereydim ancak beni ayakta tutan tek şey, eğer hayattalarsa onları kurtarabilmek için aklımı yitirmemeye çalışmaktı. "

Onun yaşadıkları ne kadar geçmişte kalmış olsa da, bakışları ve beden dili adeta o anda takılı kalmış gibiydi. Sanki bedeninden etrafa yayılan sıcaklık dahi değişmişe benziyordu. Yarama sarmış olduğu bezin kenarından sarkan küçük ip parçalarını çekiştirerek sesli düşündüm, "Orada büyü kullanmayı denemedin mi?"

Walric başını nafile bir şekilde salladı, "İşe yaramıyordu Edna. Tükenene kadar defalarca ve defalarca denedim."

Serafinn'in lanetlendiğini ve savaşın bittiğini söylemişti. O halde neden Phobos denen şeytan onları kaçırmıştı? Daha doğrusu Phobos onları nereden tanıyordu?

"Peki, neden Walric, neden kaçırıldınız?"
Kafasını iki yana sallarken gözlerini kapatarak derin bir nefes alıp verdi, burun delikleri titriyordu adeta. Sorum havada asılı kalmıştı.

Ya o andan kurtulamıyordu ya da anlatacaklarını tekrar yaşamaktan korkuyordu ama merak ediyordum, duruşundan dahi kudret fışkıran bir adamı, karşımda bu derece ürkek ve üzgün hale getirecek neler yaşamış olabilirdi?

"Haftalar sonra hücremin müdavimi olmaya başlayan işkenceci iblise de aynı soruyu defalarca sorup durdum Edna." dedi konuşacak gücü kenedinde bulduğunda. "Çirkin, gri benizli yaratık, kötülük kavramının vücut bulmuş haliydi adeta. Öyle yetenekli bir dişiydi ki kanımı akıtıp aynı yeri bıçağıyla dağlayıp yine aynı yarayı açmaya ve tekrar dağlayıp deşmeye bayılıyor bundan tiksindirici bir zevk duyuyordu. "

Duyduklarım yüzünden midem kalkarken, kulaklarım uğulduyordu. Bu nasıl iğrenç bir kişilik, nasıl bir işkence anlayışıydı. Dişi şeytan neye benziyordu, bir yanım bunu merak ederken diğer yanım onun gri derisini yüzmek için inanılmaz bir istek duydu. Sessizlik ormana hâkim oldu bir süre.

Sonra Walric tekrar konuşmaya başladı, "Biz, kanımızın armağanı olarak çabuk iyileşiriz, yaralarımız kapanır ve bedenimiz kendini yenileyebilir. Kulağa bir armağan gibi görünse de kimi zaman aslında tam bir lanettir bu. Sevgili iblisim benimle eğlenmeyi iyi biliyordu, tırnaklarımı ve dişlerimi defalarca söktü. Öyle ki benden aldıklarını bir araya getirse birkaç kolye çıkabilirdi ama hiçbir zaman ölümüme neden olacak kadar ileri gitmedi. Her seferinde iyileşmemi bekleyip eserini yontmaya devam etti. "

KUTSAL DİYARLAR - KIYAMETİN ANAHTARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin