Bir an için akıl tutulması yaşadım. Araf, ölümlü dünya ile sonsuz olanı ayıran bir sınır değil miydi? Elimden bedenime yayılmakta olan ve bana ıstırap çektiren zonklamalar olabildiğince hayatta olduğumu kanıtlıyordu adeta. Hayır ölmüş olamazdım, adam benimle dalga geçiyordu. "Ölmediğime eminim." dedim, buz gibi soğuktu sesim.
Kurtarıcımın ifadesiz suratına baktım ve en ufak bir işareti dahi kolladım ancak hiçbir şey yoktu. Alay ettiğine dair en ufak bir iz yoktu. Git gide içimde büyüyen korkuyu bastırmayı denedim ve gözlerimi panikle etrafımda gezdirip gerçekten nerede bulunduğumu anlamaya çalıştım. Her şey oldukça canlı görünüyordu. Üzerinde oturduğum toprak, sırtımı yasladığım ağaç gövdesi ve hatta gökyüzü bile!
Sanki önemsiz bir ayrıntı veriyormuş gibi "Hayır, ölmedin ama siz insanlar için öyle de denebilir," dedi yabancı. "Burası Dubnos'un yani sizin deyiminizle cehennemin arka bahçesidir. Dünyalarımız arası bir geçiş kapısı. Beltane ise dünyalarımızı ayıran sınırın en inceldiği zamanlardan biridir. Kutsal günümüzde sen bir şekilde bu sınırı geçmeyi başardın."
Kafam karışmıştı çünkü beni buraya getirecek herhangi bir kapıdan geçmemiştim, "Nasıl peki?"
"Suyla temas ettiğin herhangi bir sınırdan olabilir." eline bir dal parçası alıp sönmeye yüz tutmuş ateşi karıştırmaya başladı.
O yaratık beni kovalarken düştüğüm şey bir kuyu muydu yani? Ben daha çok gerçek bir kapı hayal etmiştim, doğrusu hayal gücüm vasatın altındaydı. Peki, o yaratıkta aynı kuyudan mı gelmişti, aileme çok yakın bir kuyudan başka yaratıklarda dünyama geçebilir, böyle bir gerçeklik mümkün olabilir miydi?
Ense kökümden omurgama inmeye başlayan dehşeti bastırmaya çalışarak oturduğum yerde kıpırdanırken toprak zemin altımda hışırdadı. Kafamı kaldırıp yabancının yüzünde görebildiğim her mimiği her hareketi tartmaya çalıştım. Sert yüz hatları siyah peçesinin etrafını sarıyordu ve adeta beni yerime çivileyen göz bebekleri hiçbir şekilde onu okumama izin vermiyordu.
İçimde büyüyen panik yüzünden titreyen sesimi kontrol etmeyi denedim, "Yaratıkla dünyamda karşılaştım ve beni kovalarken sanırım bir kuyuya düştüm ama o nasıl geçmiş olabilir, o yaratık neydi?"
Yabancı, gözlerini üzerimden ayırmadan anlamamı sağlamak için her kelimenin üzerine basarak konuştu, "O bir mouraydı. Mouralar dünyalarımız arası sınırları koruyan kutsal bekçilerdir."
Bekçi kelimesinin üstüne basarak söylemesi dikkatimi çekti. "Buraya ait değilsin. Bunu bildiği için senin peşindeydi ama sizin dünyanıza geçmemiş olması gerekirdi." kaşlarını çattığında onun da bu duruma bir cevap aradığı belliydi.
Hayır, sevdiklerimin böyle bir yaratıkla karşılaşmaları ihtimalinin düşüncesi bile kanımın buz kesmesine neden oluyordu.
Önümüzde yanan ateşe bakışlarımı çevirdim, "Ailemin başı dertte mi, başka yaratıklarda geçmiş midir diğer tarafa?" soru dudaklarımdan dökülürken titrek sesime hakim olamadım. Gözlerimi kor halini alan kümeden ayırmamak için çaba sarf etmem gerekti. Bunu yapmamın tek nedeni göz pınarlarıma dolan yaşları karşımda duran adama göstermemekti.
Yabancı hemen cevap vermedi. Aramızdaki sessizliğin uzaması sabırsızlığımı körükleyince gözlerimi bu sefer ona diktim. Sessiz ve dikkatli bir şekilde etrafı kolaçan ediyordu. "Kutsal gün bitti, artık sınırlar aşılamaz." konuşurken az önce harladığı ateşi şimdi söndürmeye çalışıyordu. "Başkalarının geçtiğini sanmıyorum, insanlar güvendedir."
Konuşmamızın başında 'siz insanlar' demişti, kendisi insan değilse öyleyse neydi? Ben gerçekten Araf'ta mıydım? Geri dönecek bir yol yok muydu? Kafam anlayamadığım birçok şey yüzünden patlamak üzereydi. Bandajın altında eksik parmaklarım zonkluyor ve zihnimde gezinen seslerin üzerinde kıyamet davulları çalıyordu sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL DİYARLAR - KIYAMETİN ANAHTARI
Fantasy"Çatal dilli yılanlar gördünüz, Görünmeyen dikenli kirpiler; Semenderler ve kör kertenkeleler. Hata etmeyin, Peri kraliçemize yaklaşmayı düşünmeyin." W. Shakespeare - Macbeth Bu sürükleyici serüv...