Az önce gördüğüm şeyler, Walric'in Trinanog hakkında söyledikleri, avucumdaki yaranın ince sızısı içimde garip bir boşluk yaratmıştı. Etrafımda volta atarken duyduklarımı anlamlandırmaya çalışıyordum ama çok zordu.
Octopi ailemin güvende olduğunu söylemişti. Gözümle görmesem bile Walric, cinin yalan söylemeyeceğine güvence vermiş onu onaylamıştı. Benimse buna inanmayı seçmekten başka elimden şimdilik bir şey gelmiyordu. Onlara dönemeyecek olmam sorun değildi, iyi ve güvende oldukları sürece.
Ama cin bu yolculuğu bitirmem gerektiğini söylemişti. Acaba kastettiği yolun sonunun onlara çıkabileceği miydi? Trinanog'a gitmek zorunda hissediyordum kendimi. Peri imkânsız olduğunu söylese de bir yolunu bulmalıydım, ama nasıl? Hayıflanarak alt dudağımın içini kemirmeye başladım. Keşke cine daha fazla soru sorabilseydim.
Peki, Walric'in ailesiyle ne gibi bir bağlantım olabilirdi? Perinin benden ailesi konusunda bir şeyler sakladığından zaten şüpheleniyordum ama benimle bağını hiç anlamıyordum.
Toprak zemin adımlarım yüzünden aşınmaya başlamıştı. Beynim patlamak üzereyken Walric'in kararlı sesi ile kendime geldim. "Hadi bu uğursuz ormandan çıkalım."
Ona soracak birçok sorum vardı ama burası beni çok huzursuz ediyordu. Sanki ormandaki uğursuzluk beni esir alıyor gibiydi o yüzden öncelikle güvenli bir yere kadar buradan uzaklaşmak ilk işti. Tek kelime etmeden seri adımlarla peşine takıldım.
Atımın yanına geldiğimde önümde eğilerek bana destek olmak istemesi beni bir an şaşırttı çünkü bu yaptığı şimdiye kadar tanıdığım Walric'e hiç oturmuyordu, ki bana karşı sergilediği dengesiz tavırları onu tanımamı zorlaştırıyordu. Yine de artık inatlaşmaktan yorulmuştum. Bu sefer yardımını kabul ettim. O da kendi atına binerken ürkütücü ormana göz gezdirdim.
Hâlâ bir yerlerden çıkabilecek yaratıklara karşı temkinli olmam gerektiğini hissediyordum ama içimi yiyip bitiren soruyu sormadan edemeyecektim.
"Ailen, onlara ne oldu Walric? "
Soruyu sorduğum sırada Walric sheelayı yularından çekip çevirirken bana temkinli bir bakış attı, gergin omuzlarından ve sıktığı çenesinden gözlerimi ayırmadan onu izledim.
Her bir hareketini aklıma kazımaya çalışarak bana bir kere daha kaçamak cevap verecek olursa ona sıralayacağım tehditleri aklımdan ölçüp biçerek gözlerine baktım. Bakışlarımız buluştu, "Önce buradan çıkalım sonra her şeyi anlatacağım."
Tetikte bekleyen vücudumu serbest bıraktım. Ailesine ne olduğunu duymak istiyor muydum emin değildim çünkü içimden bir ses iyi şeyler duymayacağımı söylüyordu ancak buraya neden ve nasıl geldiğimin anahtarı belki ailesinin hikâyesinde gizli olabilirdi.
Başımı öne eğmekle yetinip atımı hareket ettirdiğimde o da aynısını yaptı, kılavuzum olmasına izin vererek arkasından ilerlemeye başladım. Balçık çukurları yüzünden ürpertici ormanda dikkatli ilerliyorduk, oysa ben atımı son hız koşturarak buradan bir an önce kaçmak istiyordum.
İlerlediğimiz karanlık yolda çıplak ağaç dallarının gölgeleri yer yer toprağın ve diğer kel ağaçların üzerine düşüyor, hareket eden dallar hayaleti andırıyordu. Ensemdeki tüylerin hafifçe hareketlenmesi ile tüm ormana dikkat kesildim, Walric önümde temkinli bir şekilde ilerliyordu.Bakışlarımı orman etrafında yavaşça gezdirdiğim sırada kırmızı pırıltılar ağaçlar arasında süzüldü. Atın altımdaki huzursuz hareketlerini hissedebiliyordum, o da sanki bir şeylerden rahatsız olmuş gibiydi, takip edildiğini i düşünsem de herhangi bir tehdit sezmediğim için Walric'e söylemeye şimdilik gerek görmedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL DİYARLAR - KIYAMETİN ANAHTARI
Fantasy"Çatal dilli yılanlar gördünüz, Görünmeyen dikenli kirpiler; Semenderler ve kör kertenkeleler. Hata etmeyin, Peri kraliçemize yaklaşmayı düşünmeyin." W. Shakespeare - Macbeth Bu sürükleyici serüv...