Gün ışığının içeri dolmasıyla gözlerimi araladım ancak uyanmak isteyen bedenime rağmen inatla zihnim uyumak, bulunduğum gerçekliği unutmak istiyordu.
Bir süre, tembelce odaya dolan ışık huzmelerinde dans eden toz taneciklerini seyredip boş zihnime, dün gece olanları hatırlatmaya başladım.
Dün akşam yemekte, şarabın etkisiyle Walric ve dudakları hakkındaki utanç verici düşüncelerim bir sağanak halinde belleğime sızınca, saten örtünün altındaki bedenimi cenin pozisyonuna getirdim sanki kaybolabilecekmişim gibi. Pofurdamalarıma engel olamadım. Onun yanında bu kadar ahmakça davranmam gerçekten inanılmazdı. Gerçi sorunlarımı düşünecek olursak bu yanlarında en önemsizi sayılırdı.
Kuşların sesleri, kapalı pencereleri aşarak emanet odama doluyordu ama bu ses beni neşelendirmekten çok uzaktı. Çünkü gece boyu gördüğüm kâbuslardan dolayı üzerime yapışan çaresizlik, uyanmama rağmen peşimi bırakmıyordu.
Sürekli annemi görmüştüm. Karanlık bir ormanın içinde, ardına bakmadan yürüyen anneme yetişmeye çalışarak ona sesleniyor, ciğerlerim parçalanana kadar beni duyması ve durması için yalvarıyordum ama bir kere olsun bana yüzünü göstermemiş, beni duymamıştı. Sanki yokmuşum gibi.
Bu düşünceler belleğimde akıp giderken yatağın bana mezar gibi soğuk geldiğini hissedip ürperdim ve bedenime enerji yükleyerek doğrulup ayaklandım. Pencereleri sonuna kadar açıp, temiz sabah havasını iliklerime kadar çekerek üzerimdeki ağır kederden kurtulmaya çalıştım.
Gözlerimin önüne serilmiş manzara gerçekten güzeldi; koyu yeşil çimenler, meyve ağaçları, küçük öbekler oluşturmuş rengârenk çiçek bahçeleri, çiçeklerin taç yapraklarında gezinen yaban arıları ve masmavi gökyüzünde süzülürken mutlulukla şakıyan kuşlar. Çiçek kokuları, taze çimen kokusu ve adını tam olarak koyamadığım bir bahar rayihası soluyordum. Albiosta gerçeklik ile sihir arasındaki ince çizgiyi fark edebilmek kafa karıştırıcıydı. Gördüğüm her şeye şüphe ile yaklaşmama neden oluyordu bu durum.
Keşke bu bahar havasının muhteşemliğini anlatabilecek birileri olsaydı yanımda. İçimden geçirdiğim bu düşünceyle, Lenora aklıma geldi ve göz pınarlarıma dolan yaşları hüzünle karşıladım.
Bakışlarımı güzel manzaradan ihtişamlı ama yalnız odama çevirdim. Öyle sessizdi ki burası, kendimi çok yalnız hissetmeme neden oluyordu. İçime oturan kapkara düşüncelerden sıyrılmayı umarak banyonun yolunu tuttum ve yüzüme defalarca su çarparak ayılmaya çalıştım.
Kendimi hiçbir şekilde ait hissetmediğim bu yerden kurtulabilmek için muhtemel tüm çıkış yollarını düşünmem lazımdı.
Kâhinle konuşabilmek yapılacaklar listemde en başı çekiyordu. Bana umduğum cevapları verebilirdi belki ama bu kadar kolay olamayacağını hissediyordum. Üç Dünya Konseyine ulaşabilmek ise listemde ikinci sıradaydı çünkü hala dünyam ile iletişim içinde olduklarını söylemişti Walric. Aristokratik kurallara göre yönetilen bir dünyada, federasyona ya da saraya yaklaşabilmem ne kadar mümkün olabilirdi bunu araştırmam gerekliydi.
Kapımın tıklatılması ile musluğu kapayıp yüzümü krem rengi bir havluya gömdüm, havluyu lavabonun tezgâhına bırakırken seslendim. "Girin lütfen! "
Aralanan kapının ardından, "Günaydın Bayan Edna." diyen nazik Frella'nın sesini duydum.
"Günaydın Frella, banyodayım içeri gel."
Banyo kapısından takip ettiğim hizmetçi kız yatağımın üstüne kocaman, içi kahvaltılıklarla dolu bir tepsi bıraktı. Gerçekten iştahım yoktu ama bitkin bir halde tepsiye doğru ilerleyerek içindekilere göz attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL DİYARLAR - KIYAMETİN ANAHTARI
Fantastik"Çatal dilli yılanlar gördünüz, Görünmeyen dikenli kirpiler; Semenderler ve kör kertenkeleler. Hata etmeyin, Peri kraliçemize yaklaşmayı düşünmeyin." W. Shakespeare - Macbeth Bu sürükleyici serüv...