Hafif bir uykuya dalmıştım, bedenim rahat bir pozisyonda uyuşukken zihnim hiç olmadığı kadar hızlı düşünüyordu ve ne kadar çabalasam da hiçbir şekilde uyanamıyordum. Beni sakinleştirmeye çalışan kadın da muhtemelen Walric gibi büyücüydü. Dehşet içinde düşünebildiğim tek şey elimi kesmek için beni bu halde büyülediğiydi ama topuk sesleri benden uzaklaşmaya başlayınca krizim biraz olsun dindi. Muhtemelen masanın yanına yürüyerek yataktan uzaklaştı çünkü Walric ile konuştuklarını zar zor anlayabiliyordum. Panik beni esir almaya çoktan başlamıştı ancak neler planladıklarını duymak zorundaydım, kontrolü elime almaya çalışarak kulak kabarttım.
"Walric, bu işi hemen halletmezsek kız çok yaşamaz, zehirlenerek ölecek." ölmek kelimesinin üzerine basarak vurguladığında sessiz çığlıklarım başımın duvarlarına çarparak zihnimde yankılandı.
"Bunca uğraşa o ölsün diye katlanmadım ben Terese!" büyücü konuşurken kelimeler ağzından sinirle döküldü. "Elini kesmekten başka bir yol daha olduğunu ikimizde biliyoruz."
Neler oluyordu, yabancının amacı beni kurtarmak mıydı? Beni neden yaşarken istiyordu?Kadının huzursuz sesi odaya doldu, "Bu istediğinin bir bedeli olacak biliyorsun bunu." bedel ile kastettikleri neydi bilmiyordum.
"Hallederim." dedi Walric. "Sadece nerede bulabileceğimi söyle."
"Vorest'a git buradan bir kaç mil uzakta, handa bulursun ve lütfen kötü olsun."
Walric'in adımları ahşap zeminde yankılandı, "Tamam, atını alıyorum ve eğer ben yokken kendine gelirse yine uyut."
"Kızın adı ne Walric?" Terese denen kadının bu soruyu sormasını hiç beklemiyordum. Gerçi Walric'e nazaran bana daha iyi davrandığı ortadaydı.
"Bilmiyorum, sormadım." Walric ile birlikte sesi de uzaklaşıyordu odadan, "Onun aradığımız kişi olduğunu öğrenene kadar ismini bilmemiz çok gerekli değil."
"Tanrıça aşkına!" dedi Terese tiz bir sesle, aldığı cevaba benim kadar inanamadığı belli bir şekilde, "Ne olduğu fark etmez o yaşayan biri, tam bir öküzsün!"
Kapının kapanma sesini duyduğumda aklımda bin tane soru vardı. Ne yapmaya çalışıyorlardı, adam nereye gidiyordu bilmiyordum. Uyku ile uyanıklık arası gidip gelirken ne kadar vakit geçti emin değildim, evim ve ailem ile ilgili rüyaların içinde kayboluyor ateşler içinde sayıklayarak uyanıyordum.
Güçlü kollarla taşındığımı hissedene kadar bu durum böyle devam etti. Gözlerimi hafifçe araladığımda birinin sert göğsünü hissederek kafamı kaldırmaya çalıştım ve Walric ile göz göze geldik. "Nereye gidiyoruz?" diye geveleyerek sordum.
Ona hiç bu kadar yakın olmamıştım, yani en azından ayık haldeyken. Sırtımda ve bacaklarımın altında hissettiğim kolları, beni sanki bir tüymüşçesine taşıyordu. Sıcak bedeninden sandal ağacı ve sabun kokuları yayılıyordu. Bu kadar halsiz olmasam beni taşımasına itiraz edebilirdim ancak olmayan parmaklarım zonklarken gurur yapmak pek akıllıca gelmedi.
Daha fazla dik tutamadığım başım göğsüne düşerken bakışları beni tetkik etti, "Canını acıtacak ufak bir işleme gidiyoruz." Kaya kadar ağır başımı zorla kaldırıp gözlerinde bir cevap aradım. Gözleri ela renginin çok değişik bir tonuydu ve o konuşurken onlara bakmakta zorlanıyordum, "Muhtemelen benden nefret edecek ama bana teşekkür de edeceksin."
Ne demek istediğini anlamaya çalışırken soğuk bir zemine yatırıldığımı hissettim, gözlerimi aralamaya çalıştım ama ateşten nöbet geçiriyor parmağımı oynatacak gücü dahi bulamıyordum. Yine de etrafımdaki mumların ısısını hissedebiliyordum, mumlardan yayılan parafin kokusu burnuma doldu. Terese terden alnıma yapışmış bir tutam saçı çekip, oluşturduğu açıklığa işaret parmağıyla bir şeyler çizmeye başladığında hareketi Walric'in geçit girişinde çizdiği şekli bir an için andırdı ancak ateşler içinde kıvranırken odaklanabilmem pek mümkün değildi, "Ne çiziyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL DİYARLAR - KIYAMETİN ANAHTARI
Fantasy"Çatal dilli yılanlar gördünüz, Görünmeyen dikenli kirpiler; Semenderler ve kör kertenkeleler. Hata etmeyin, Peri kraliçemize yaklaşmayı düşünmeyin." W. Shakespeare - Macbeth Bu sürükleyici serüv...