WALRİC
Ayağının altındaki toprak titreyip ağaçlar çatırdadığında Walric, cinin uyarısını anladı. Oradan artık ayrılmaları gerekiyordu.Karşısında durmadan volta atan Edna'nın akıl çıkmazlarında debelendiğinin farkındaydı. Octopi'den aklındaki birçok soruya cevap alacağını ümit ederek buraya gelmişti ancak kâhin, Walric'in çözmesi gereken daha çok soru ardında bırakıp uykusuna dönmüştü. Trinanog'a nasıl gidecekleri hakkında en ufak fikri bile yoktu.
Genç kız da Walric'in aklından geçenleri sezmiş gibi bir anda durarak adama döndü." Trinanog da neresi? Albiosta bir ülke mi?" dedi aceleci ve tedirgin bir sesle. Walric, kızın üzerine dikilmiş göz bebeklerine baktı. Ormandan bir an önce çıkmak istese de Ednayı biraz da olsa rahatlatabilmeyi dilerdi ancak vereceği cevaplar kızı daha büyük sorulara sürükleyecekti.
Peri beline astığı kılıcının topuzuna elini dayadı ve derin bir nefes verdi. Cevabı Edna'nın anlayabileceği kadar basite indirgemeye çalışarak sorusunu cevapladı. "Trinanog, tanrıların cennetidir. Sonsuzluk ve bilgelik ülkesi. Göksarayın fersahlarca üzerinde ve güneşe doğru ömürlük bir yolculuk sonrası ulaşabileceğin bir ülke."
Ednanın bakışları hiç değişmedi. Duyduklarını anlamaya çalışıyordu, Walric bunun farkındaydı. Sonra kızın kaşları çatıldı ve omuzlarını dikleştirdi. "Tamam, kulağa fazla tanrısal geliyor evet ama sonuçta burası da benim için orası kadar imkânsızdı." Konuşurken kendini ikna etmeye çalışır gibi başını kendini onaylarcasına sallıyordu, "Oraya nasıl gideceğiz? Bize yine bir geçit açabilir misin?"
Peri, kılıcından elini çekip çenesini sıvazlamaya başladı. İhtimalleri kafasında tartarken kısa sakalları nasırlı avucunu okşadı ve darbe aldığı çenesini kontrol etti. Sabah açılan yaraları peri kanının etkisiyle iyileşmeye başlamıştı bile.
Hayatı boyunca girdiği tüm çatışmalarda aldığı yaraları düşünecek olursa şimdiye kadar neredeyse yüzlerce kez ölmüş olmalıydı. Başına gelenlerden dolayı eski gücü kalmamıştı.
Büyüsünü idare etmekte ve kaynağından çekmekte güçlük yaşasa da bu zayıf haliyle damarlarında akan sihir onu iyileştirebildiği için şükretmeliydi.
Trinanog'a geçit açma fikri gerçek olmaktan çok uzaktı. "Edna oraya gidemeyiz. O ülkeye sadece iyilik erdemini kavrayıp ruhunda ilahi olana erişebilmiş bilgelerin ve gerçek fedakârlığı yaşamış kahramanların girebildiği söylenir. Tanrıların Cenneti , kadim zamanlardan bildiğimiz bir ülke ama oranın bir kapısı ya da geçidi yok. Oraya gidebileceğimiz kahrolası hiçbir yol yok."
Edna'nın oraya girmesi mümkün olsa bile çıkabileceğini sanmıyordu Walric. Onun ruhu kırılgan ve ölümlüydü çünkü, onu kaybetmeyi göze alamazdı. Kendi ise orayı hak etmediğine adı kadar emindi.
Kutsalın ülkesinin sınırlarından geçmeye çalışırsa doğruluk alevi onu yakıp kül ederdi. Ölüm kaçtığı bir son değildi ama önce görevini bitirmeliydi.
Edna, toprak üzerinde çaresizce tekrar volta atmaya başladığında Walric'in içine huzursuzluk çöktü. Bu kız bu kaderi hak etmiyordu. Evinden milenyumlarca uzakta bilmediği bir ülkede ölüme sürükleniyordu adeta ve Walric'in vicdanını, keskin bir mızrağın ucuyla deşiyordu bu müspet durum.
Bakışları kızın narin bedenini gizleyen pelerinine, oradan da yürek biçimini andıran çehresine kaydı. Koyu saçlarının örgüsünü bağlayan sicim gevşemiş, örgüden kurtulan tutamları özgür kalmış haldeydi.
Talim salonunda, kızın saçlarından içine çektiği nefes zihninde belirdi. Lavanta ve beyaz sabun kokusu zihninin ötelerine ittiği hislerini okşadı.
Ednaya o kadar pervasız yaklaşmış olması, ipeksi tenine bir anlığına dahi temas etmesi düpedüz aptallıktı. Ama kendini tutamamış, Edna ile yollarının kesiştiği günden beri içten içe onu dürten ona yaklaşma isteğini daha fazla bastıramamıştı. Üstelik bunu yapmaya devam ederse daha fazla duygularını dizginleyemeyeceğini biliyordu.
Walric, Edna'nın her bir detayını dikkatle inceledi. Büyümüş gözleri, çattığı kaşları, arada oynatarak kırıştırdığı çilli burnu ve stresten baskıladığı biçimli güzel dudakları...
Kız, nasıl bir deliliğe sürüklendiğini anlamaya çalışıyor gibi görünüyordu. Yanına gidip ona sarılmak, onu sakinleştirmek istese de içinden kopup gelen delice arzusunu zorla bastırarak bir buz dağı kadar soğuk çehresini korumaya devam etti.
"Bir yolu olmalı, bir çıkış yolu olmalı!" Eda'nın histerik sesi aralarındaki mesafeyi doldurdu, "Eğer kadere inansaydım bu yolun benim için çizilmiş olduğuna inanırdım. Annem olsa inanırdı. Belki de olması gereken budur. Belki de işaretleri takip etmeliyim. Gözlerimi açmalı, bu dünyaya odaklanmalıyım!" Walric, her ne kadar kızdan kendini soyutlamak istese de takdir etmeden duramıyordu kişiliğini.
Edna'yı ilk gördüğü andan beri zihninin gerisinde kıpırdanan düşünceler yüzünden kıza nasıl davranacağını şaşırmış haldeydi. Onu, Mourayla savaşırken izlemişti. Kız, kaybedeceğini bildiği halde yine de pes etmemiş kanının son damlasına kadar savaşmıştı yaratıkla. O an ki cesareti Walric'i çok etkilemişti ve hissettiği bu duygu yüzünden adam tedirgin olmuştu.
Çünkü o bir askerdi ondan da önemlisi bir druiddi. Şu an ki güçlü, sarsılmaz haline gelebilmek için pek çok fedakârlık yapmış, fazlasıyla bedel ödemişti. Duyguların kişiye sadece zayıflık getirdiğine inanır; kalbinin dengesizliğine değil, aksine akıl ve mantığa güvenirdi. Bu seçimleri ona, yalnızlıkla birlikte oldukça da münzevi bir hayat getirmiş olsa bile bundan şikâyetçi değildi.
Bu yüzden, her ne kadar soğuk davranmaya çalışsa da Edna adeta Walric'in ruhuna ördüğü duvarlarını yumrukluyor, okşuyor, bir şekilde içeri sızıyordu. Ondan etkilendiğini ne kadar inkâr etse de, ona çekildiğinin farkındaydı peri. Ki emindi ki; Edna gittikleri bu uğursuz yolun sonunun ne olduğunu bilecek olsa Walric'in suratına dahi bakmazdı.
Walric, ikisinin de üzülmemesi için Edna'ya karşı kendine bir duvar örmeliydi ancak onu kırarak kendinden uzaklaştırmaya çalıştığı her seferde içinde tozlanmış bir duygu su yüzüne çıkıyor, onu üzdüğü için rahatsız oluyordu.
Yine de tüm bu hislerine rağmen babasının küçüklüğünden beri disiplin ve itaatle aklına soktuğu gibi; Aile her şey demekti o yüzden vicdan sıralamasında en üstte gelmeliydi.
Onları kurtarıp sağ salim eve dönmelerini sağlamasının yolu Ednaysa bunu denemeliydi. Küre onu Edna'ya götürmüştü, öyleyse doğru kişi o olmalıydı.
Düşüncelerinden sıyrılıp volta atan kızın yanından geçerek atına yöneldiği sırada kızı çıkmazından sıyırmak için konuştu. "Hadi bu uğursuz ormandan çıkalım."
Edna daldığı düşüncelerden sıyrılarak peşinden hızla gidip atının yularını tuttu. Walric ona yardım edebilmek adına atın yanına gelip çömeldi, Edna'nın basabilmesi için ellerini birleştirerek bir basamak oluşturdu.Kız ilk başta itiraz edecek oldu ancak belli ki o da Walric kadar yorgundu. Yardımını kabul ederek avuç içlerine bastığında Walric onu bir tüymüş gibi havaya kaldırıp atın üstüne çıkardı ve hızlıca kendi atına çıktı.
Kılıcını cine karşı kullanmamış olmak onu biraz olsun rahatlatmıştı. Sorun gücünün yetmemesi değildi, nice savaşlarda en ön saflarda savaşmış birçok güçlü rakibi alt etmişti ki büyüsü tam olarak işlemese dahi kendine güveni tamdı. Hantal cini en fazla bir kaç hamlede yere sevebilirdi ancak bugünün ölüm kotasını doldurmuştu, o yüzden sorun çıkmasını istemiyordu.
Walric bunları düşünürken Edna'nın sesi onu düşüncelerinden sıyırdı.
"Ailen, onlara ne oldu?"
Artık bu sorudan kaçamayacağını biliyordu adam. Zaten Edna'nın kendinin farkına varması için bazı şeyleri öğrenmesi gerekiyordu. Ona güvenmesini istiyorsa bunu cevaplamak zorundaydı da.
Yularından tuttuğu atı çevirirken kararlı bir halde konuştu. "Önce buradan çıkalım sonra her şeyi anlatacağım..."
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL DİYARLAR - KIYAMETİN ANAHTARI
Fantasy"Çatal dilli yılanlar gördünüz, Görünmeyen dikenli kirpiler; Semenderler ve kör kertenkeleler. Hata etmeyin, Peri kraliçemize yaklaşmayı düşünmeyin." W. Shakespeare - Macbeth Bu sürükleyici serüv...