Otoparka çektiği araba olayından sonra ortalarda pek görünmeyen Şevket elindeki zarfı Emir'in odasına getirdiğinde Emir merakla oturmasını rica edip devamında gelişen olayları anlatmasını istemişti;
"Müdür ihtar verdi sadece." dedi Şevket, "Söylediğin gibi amirim hiçbir şey olmadı. İki gün daha izin verdi bir de."
"İyi öyleyse, dikkat et bundan sonra." dedi Emir. "Bir daha bilmeden, girme böyle işlere. Bu kadar kolay sıyrılamazsın her seferinde."
"Doğru söylüyorsun amirim." dedi Şevket. Elindeki zarfı Emire uzatıp; "Adli tıptan geldi bu zarf, sanaymış." dedi.
"Ben de onu bekliyordum." dedi Emir. "Bu sefer doğru yere ulaştırdın, aferin."
Şevket gülerek, "Niyetim kötü değildi ki, iyi niyetle yola çıkmıştım ama yüzüme gözüme bulaştırdım." dedi Emir'e, "Bu işe çok emek verdiniz, benim de bir katkım olsun istemiştim."
Emir "Eyvallah." dedi sadece.
Bilmek ve bilmemek arasındaki incecik çizgi, kapalı zarfın açılması kadar kısa ve kolay bir yoldu. Biliyor olmanın artılarını düşündü Emir, eliyle tarttığı zarfın ne kadar hafif olduğunu ve bir o kadar da ağır bir yükü olduğunu biliyordu. Belki güzel bir hayatın haberi vardı zarfın içinde. Daha önce imkân tanınmamış bir hayatın. Belki de öncesinden daha kötü bir hayat vardı. Sonucun taşıdığı değer bunun net bir cevabı değildi ki ikisi de bu belirsizlik yüzünden yaşayıp görene, güven sınırına gelene kadar tam olarak mutlu olamayacaktı. Fakat insan bir başka insana ne kadar güvenebilirdi? Özlük insana nereye kadar yoldaşlık ederdi? Hiç kimsesi olmayan biri söylenen sözlere ne kadar inanırdı ve hiç kimsesiz kalmış biri, Tekin ailesinin açtığı kucaktan bunun mümkün olduğunu ne kadar anlatabilirdi?
Emir de kimsesizdi ama ihtiyaç duyduğundan fazlasına sahipti. Süreyya teyze annesi olmuştu, Halil amca babası, Hakan kardeşinden de ötedeydi ve İlda bir kız kardeşten daha fazlasıydı. Zühre Lelo'dan bahsetmişti ama güvenden ve aile sıcaklığından söz etmemişti.
Haber değeri taşıyan her olayın kokusunu alan Hakan zarfın peşinden bitivermişti odada. Emir ceplerini aramış, Hakan'a hala onu takip edip etmediğini sormuştu. Elinden almaya çalıştığı zarfı açma niyetinden onu vazgeçiren de Emir'in ani bir manevrayla zarfı çekmeceye koyup kilitlemesi olmuştu. İçinde kalan ukdeyle birlikte odadan çıkmış, Sinan'ı kullanarak hedefine ulaşabileceğini düşünmüştü. İki odadan da eli boş dönünce ısrarla eve gidelim diye tutturmuştu bu sefer de.
Eve gidene kadar trafikte zaman geçer, kız gelir ve merakı son bulurdu.
Bu niyetle erkenden eve gittiler, saatler süren bekleyişin sonunda kapı çaldığında Hakan sabrının sonundaydı. Zile bir kere dokunuldu ve bu kısacık dokunuşun sesi yalnızca kısacık bir zaman dilimi kadar çıktı. Tedirgin olduğu belli birinin parmağının dokunduğu aşikârdı. Oralı olmayan biri koşarak kapıyı açtı. Elinden tuttuğu gibi salonun ortasına getirdi geleni. Heyecanından yerinde duramıyordu.
Emir ona öfkeyle baktı ve buna tezat bir şekilde sinirle güldü. Ne yaparsa yapsın, yaşı kaç olursa olsun çocuk neşesini bastıramamıştı. Büyüdükten sonra bile!
Bütün bu gürültü dolu sessizliği yine o neşeli ses böldü;
"Birbirinize biraz daha bakarsanız Hint dizilerinin gerçek olduğuna ikna olacağım." dedi Hakan. "Hırsız polis oynamak için mesleki açıdan fazla tuhafız ayrıca. Bu kız düne kadar hırsızdı. Biz de hala polis olduğumuza göre, neyi ispatlamaya çalıştığınızı sorabilir miyim? Kalbiniz ağzınızdan çıkacak gibi atıyor, sesi buralara kadar geldi. Kalpten gitmeden önce açıp bakalım işte şuna, ne olacaksa olsun!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LOTUS
General Fiction...Merdiven boşluğunda, Emir'in annesini elinde papatyalarla son kez beklediği yerde, tam on dokuz yıl önce ona sarıldığında aldığı kokunun aynısının verdiği sarhoşlukla, mutluluğun ne olduğunu tartışmışlardı. Emir bütün gardını indirmişti. Zühre'ni...