Mirsad dünyaya gözlerini sessiz sakin bir ara sokakta açtığında annesi çoktan ölmüştü. Onları Türkiye'ye sokma fikri kendisi gibi binlerce bebeğin aileleri tarafından istenmemesi sayesinde olmuştu. Babasını şahsi kimliğini bilmese de onun bir Sırp askeri olduğunu biliyordu. Diğer kardeşleri de aynı kaderin ortaklığını yaşıyordu onunla. Bunu fırsat bilenler de boş durmamış kendi çıkarları neyi gözetiyorsa o doğrultuda kullanmaktan geri kalmamıştı onları. Harcanmış hayatların çoğu gibi hesap soracak kimseleri yoktu.Dediği gibi yıllar sonra Ratko, onlardan kurtulacağından emin olduğunu düşündüğü için anlatmıştı bütün gerçeği. Acıma duygusu bir yana yaptığı her şeyi gururlu bir ifadeyle dile getirmişti. Sabaha kadar uyumadan Ratko'nun ona anlattığı şeyleri zihninde tekrar etmişti;
'Bana hiç öyle bakma, bıraksaydım sen ve diğerleri belki çoktan ölmüşlerdi. Seni bulduğumda soğuktan donmak üzereydin ve annen için yapılabilecek hiçbir şey yoktu, güzel kadındı. Güzel kadınların kaderi yüzlerinin aksine o kadar da güzel olmuyor. O dönem hiçbirinin iyi bir gelecek hayal etmeye fırsatı yoktu. Savaşın ortasındaysan hayatta kalmaktan başka önceliğin olmaz zaten. Biliyor musun? Büyüdükçe sen de annene benzedin. İstersen gitmeyebilirsin. Burada, benimle birlikte kalabilirsin. Ya da kardeşlerin gibi balıklara yem olur gidersin! Seçim senin... Hatta istersen babanı bulmana ve ondan intikam almana bile yardımcı olurum.'
Dinledikleri, vaat edilen geleceğin peşinden gitmemeye yetmişti. Ama Ratko'nun zulmünden kurtulmaya hevesle ölecekleri günün gelmesini iple çeken diğerlerine bunu söylemedi. Lelo'ya söylediği her şey gerçekti ve Mirsad, en az onu yetiştiren kadar zalimdi.
2014 kışında bir sabah, saklandıkları evden arkasına bakmadan çıktı ve bir daha dönmedi. On sekiz yaşındaydı. Savaşın bitmesinin üzerinden on sekiz yıl geçmişti. Aylarca sokakta kaldı, günlerce aç yaşadı hatta bir gece yalnızlıktan ve çaresizlikten annesinin kaderini yaşamak pahasına ölmeyi düşündü. Ve yine bir sabah gözlerini sıcak bir yatakta açtı...
Bütün kapıları ona açan o sıcacık yatağın sahibiydi...
*
Zühre'nin hayatı şimdilik güvendeydi. Ama bu güveni ona kimin sağladığı belli değildi. Günlerinin çoğunu Tekinlerin ve Emir'in kaldığı evde geçiriyordu.
*
"Bedel ödenmeden mutlu olunmuyor mu?" diye sordu Zühre Emir'e. "Mutluluk bu kadar zor mu?"
"Hangi açıdan baktığına bağlı." dedi Emir. "Mutlu olmaktan ne umduğuna bağlı."
"Senin için ne ifade ediyor?" diye sordu Zühre. "Sen, Mutlu musun?"
"Olmamam için bir neden yok." dedi Emir. "Milyonlarca insandan daha sağlıklıyım, daha zengin ve daha konforlu bir hayatım var. Hatta şimdi kaybettiğim bir şeyi bulduğum için de daha umutluyum diyebilirim."
"Bildiğim kadarıyla ailen dışında başka bir kaybın yok. Aylin mi döndü yoksa?" diye sordu Zühre. İçinde anlamlandıramadığı bir korku vardı ve bunu bastırmaya çalışıyordu.
"Halil amca sana her şeyi anlatmış ya pes." dedi Emir. "Özel hayata saygı kalmamış."
"Kızma ona." dedi Zühre. "Konu siz olduğunuzda özel sınırlarınızı aşmaktan geri durmuyor çünkü önceliği sizin nasıl olduğunuz oluyor. Bana anlatırken o kadar üzgün ve umutsuzdu ki ben bile acıdım haline. Aylin'i bulup hesap sormadığıma dua et."
"Ağladığına bakma." dedi Emir. "Çoğu zaman blöf yapıyor. Babamın beni ona emanet ettiğini söylerken görsen bir de."
"Seni Halil amcaya mı emanet etmiş?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LOTUS
General Fiction...Merdiven boşluğunda, Emir'in annesini elinde papatyalarla son kez beklediği yerde, tam on dokuz yıl önce ona sarıldığında aldığı kokunun aynısının verdiği sarhoşlukla, mutluluğun ne olduğunu tartışmışlardı. Emir bütün gardını indirmişti. Zühre'ni...