Kağıdı okumaya başladığında yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu.
Yatağından inip pencereye gitti, hırsla dışarıya baktı. Sadece,
"Ali... Ali" diyordu.
Odanın kapısına koşarak koridora çıkıp bakındı. Tekrar pencereye geldi, sanki onun bindiği İzmir otobüsünü arıyordu aşağıda ki cadde de. Yoktu, şehir terminali diğer tarafta ve oldukça da uzaktaydı, nasıl görebilirdi ki ön camında İZMİR yazan aracı.
"Ali... Ali" döndü durdu odanın ortasında sonra aniden annesine hiddetle bakıp,
" Sen kalpsiz, zalim bir insansın..." diye bağırdı.
Ardından attığı çığlıkla birlikte haykırışı,
"Ali..." diye bağırışı, odaları, katları, hastane binasını ve tüm bahçeyi inletti...
Yatağın üzerine kendini yüzüstü atıp hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Gece Ali'nin saçlarının arasına taktığı iki yapraklı filizcik yere düşüp kapıya doğru savrulmuştu.
Geçen birkaç saati hatırlamıyordu, annesi ile oda da bulunan hemşirenin silik görüntüsünü farketmişti yanlızca. Uyumuş olmalıydı, yavaşça doğruldu, kimse yoktu oda da. Ali yoktu, pencereden içeriye güneş ışığıvuruyor ancak karanlıktı bakışlarını çevirdiği her köşe.
Genç hemşire odaya girerken, koridor da annesi ile doktorun konuştuklarını gördü. Annesinin, yanına gelmesini de, yüzünü görmeyi de istemiyordu, sesini duymaya tahammülü hiç kalmamıştı.
Genç hemşire tekerlekli sehpayı yatağının yanına getirince,
" Yüksel bey birşeyler yemenizi istedi küçük hanım." dedi gülümseyerek.
Küçük porselen tabaklarda peynir, birkeç parça domates ile zeytin vardı. Bir dilim ekmek ve kulplu bardakta açık çay... Bardağı uzanıp aldı, bir süre içinde ki açık kahverengi sudan gelen koku ve sıcaklığa dikkatini verdi. Çayı da seviyordu ama kahve geldi aklına, telveli kahve... Sonra da sevdiği adam.
Hava yavaşça kararıyordu, yedi buçuk treni biraz geç hareket etmiş Bornova ilçe durağına gelmişti. Burada binen yolcu sayısı diğer duraklara nazaran daha fazlaydı. Bulundukları vagona kalabalık bir aile binmişti. Yaşları birbirine yakın dört küçük kız çocuğu bağırışarak yanlarından geçerken, anneleri sessiz olmalarını isteyerek vagonun gerisine doğru ilerledi. Ailenin babasıydı muhakkak, bir adam gülerek geçti ve,
" İyi akşamlar." dedi ikisine de.
Tren hareket edince kızların arkalardan gelen gürültülü seslerine doğru baktı, karşısında oturan genç adam da arkasına dönüp çocuklara bakarak tebessüm etti. Koltukların aralarında oyun oynamaya başlamışlardı. İçlerinden biri onlara doğru koşmak için hareketlenince, boyu daha uzun olan esmer yüzlü diğer kız, elini kıvırcık saçlarının arasına atıp,
" Aslı dur, tanımadığın insanların yanına gitme." diye seslendi.
Küçük kız aniden durdu ve ikisine bakıp güldü, sonra da kardeşinin bulunduğu yere dönüp koşarak gitti. Genç adam tebessüm ederek bakan kızın siyah gözlerinde ki bakışlarını çekmeden usulca,
" Bu saatte hiç tanımadığın biri ile bilmediğin bir yere gidiyorsun, korkmuyor musun?." diye sordu.
Genç kız iki elini kucağının –montunun- üstünden indirip bacaklarının yanına yasladı ve oturduğu koltuğa yavaşça yüklendi, adama doğru eğilip,