Usulca girdiği oda da küçük sehpanın üstüne elinde ki tepsiyi bırakıp yatağa doğru gitti. Kalın pikeyi kızın omuzuna kadar çekti. Sol eli ile usulca saçlarına dokundu.
"Minik kızım ne kadar büyüdün. " diye mırıldandı.
Her gece odasına girer üzerini örterdi, çok küçüktü o zamanlar Selma. Hasta olduğun da kederlenirdi, iyileşip ayağa kalkana kadar yanından ayrılmaz ilaçlarını eli ile içirirdi.
Küçük ince elleri ile baş parmağını tutmaya çalıştığın da heyecan duyar düşmesin diye kucağına alır verirdi hemen.
Liseyi bitirdiği ve diploma aldığı tören günün de bir öğretmen yanına gelip
"Ali Bey biz sizi Selma'nın babası sanıyorduk hep. " demişti.
Selma okul ikincisi olarak yaptığı konuşma da ona amcası olarak teşekkür etmiş ve boynuna sarılmıştı.
Kıza Şefkatle bakıp tebessüm etti kendi kendine, sonra yavaşça pencerenin önündeki koltuğa oturup elinde ki kitabı açtı. Kaldığı yeri buldu, gözleriyle satırları takip ederek okumaya başladı.
"Beklemek güzeldir, eğer gelecekse beklenen. Özlemek güzeldir, eğer özlüyorsa özlenen... "
Kitabın kapağını kapattı, okuduğu sayfanın sonu bu cümle ile bitiyordu.
Damarlarının genişleyip vücudunda ki tüm kanın boşalacağını zannetti
"Çok özleyeceğim seni... " demişti Zeliha o sabah.
Kantine erkenden geldiği ve Zeliha'nın ara tatil için eve gideceğini söylediği sabah.
O da yolcu ettiği gün otobüse binerken,
"Yüreğim de gönlüm de seni çok özleyecek. " demişti Zeliha'ya.
İki gün birlikte zaman geçirmişlerdi. Zeliha ile, gideceği gün ve ondan önceki gün, sabahtan yurda giriş saatine kadar hiç ayrılmadılar. Otobüs biletini beraber almışlardı. Zeliha gitmesi gerekenden iki gün daha geç gidecekti. Ali'ye bir sınavım daha var demişti ama aslında yoktu. Serap'a bunu Ali'nin bilmemesi için sıkı sıkıya tembih etmişti.
Ali onu fuara, mini golf sahasına götürdü, saatlerce ve sevinçle gülerek oynadılar. Sonra çocuklar için çalışan minyatür trene bindiler. Okuduğu lise yakınlardaydı, Zeliha ile bir süre bahçesin de oturmuşlar o günlerden, unutmadığı anılarından anlatmıştı. Çok sevdiği edebiyat ve coğrafya öğretmenlerinden bahsetmişti.
İlk defa çıktıkları o akşam, oturdukları çay bahçesin de yine Manolya ağacının altında çay içmiş ve birbirlerini seyretmişler, sonra da Zeliha'ya Lozan Pastanesi'nin o çok güzel yaş pastasından ikram etmişti.
Kordon boyuna geçip uzun setler de -deniz kenarında ki oturma yerleri- oturup, gevrek -simit- yerken omuz omuza güneşin batışını seyretmişlerdi.
Sonraki gün, Konak meydanına güvercinlerin uçuştuğu alana gittiler, Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit tahta çıkışının 25. yıldönümünü kutlamak için 1901'de yaptırdığı, Fransız mimar tarafından tasarlanan 25 metre yüksekliğinde ve dört katlı olan Saat Kulesi'nin bulunduğu meydan da gazete kağıdından yapılmış külahların içinde ki yemleri güvercinlere atmışlar ardından da Karşıyaka vapuruna birkaç kere binerek gidip gelmişlerdi. Orada ki sahilde yürüyüp sıcak sıcak midye dolması yemişler, çarşıda ki tatlıcıya gidip fırında sütlaca beraber kaşık sallamışlardı gülüşerek.