Güzel, çok güzel bir bina oldu. Bitince daha da heybetli görünüyor. Evet tam da istediğim gibi.
Bıraktığım da kaba inşaat yeni bitmişti diye düşündü.
Selma güzel iş çıkarmış üç ayda bitirmiş her şeyi...
Başını yukarıya kaldırıp yedi katlı yapıya baktı,
"Küçük kızıma aferin..."
Gözlerini yanlar da yapımı süren diğer iki binaya, - ek binalara- çevirdi.
"Tamamlanınca daha da güzel görünecek." Dedi kendi kendine.
Aracını arazinin en uzak yerine park etmiş, buraya kadar yürümüştü. Sağ tarafta ağaçların daha seyrek olduğu küçük tepeciğe gitti. Yeşilin her tonu ve renginin, görebildiği her yeri kucaklamış olan muhteşem ormanları ve ileri de uzakta masmavi denizin, renkli bir cam gibi serildiği yerlere kadar baktı.
"Memleketimin süslü gelinliği, kekik ve çam kokan dağlar, sırtlarında ne büyük bir ihtişam taşıyor." Dedi, biriyle konuşuyormuş gibi.
Uzun süreli ayrılıklar çok sevdiği vatanına hasretini oldukça arttırıyordu demek ki. Döndüğü zamanlar her baktığı yer ona farklıymış gibi geliyordu.
"Bu toprakların yarısından fazlasını karış karış gezdim, burada ciğerlerime çektiğim hava dünyanın hiçbir yerinde yok" diye mırıldandı.
Tepeden indi ve binaya giden yola girdi, kayrak taşı döşenerek yapılmış yolun her iki yanı çimlendirilmiş ve çeşitli çiçeklerle bezenip süslenmişti. Gece yağan yağmurdan kalan damlacıklar, goncaların ve minik tomurcukların üstünde duruyordu.
Hafifçe üfleyen rüzgârın esintisinin gücüyle bir oraya bir buraya yalpalıyor ama toprağa düşmemek için çabalıyorlardı sanki. Minik damla tanelerinden bakışını çevirip güllere baktı, beyaz olanlar çok güzel görünüyordu. İlerledi orta da yuvarlak küçük bir bahçe gibi düzenlenmiş bölümde ki tomurcuğu patlamış beyaz bir gülü, dikenli dalından kopardı.
Hemen önünde beliriverdi o...
Kocaman yaprakları kat kat, küçük goncasını sarıp kucaklamış gibiydi ve yüzüne bakıyordu. Diğer çiçeklerin minik filizleri etrafını çevrelemiş sanki onu koruyorlardı.
Kasvetli büyük bir pembe gül...
Bir an gözü kararsa da hemen kendine geldi, tam arkasında ki ağacın dalları eğilmiş onu seyrediyor gibiydi. Sert bir rüzgâr koptu sanki her şey sallanıyordu bir sağa bir sola. Ağaçlar çiçekler yerde ki yeşil çimenler sallanıyordu. Ağacın dalları ona doğru daha da uzandı ve ucun da bulunan çift yapraklı filizini göz hizasına getirdi.
"Ne oluyor?" dedi önce kendi kendine, sonra da
"Ama, ama olamaz ki." Diye irkilip iki yapraklı filize dikkatle baktı. Zeliha'nın saçına taktığına ne kadar benziyordu,
"O benim Ali..." kulağına biri fısıldayıvermişti sanki.
"Benim o, benim Ali, hani koparıp almıştın ya beni..."
Büyülenmiş gibi bakıyordu.
Büyük bahçe de hastanenin bahçesin de ağaçların arasına girip yürümüşler sonra da bir bankta oturmuşlardı, ayın parlak ışığında...
"Çok bitkin ve solgun görünüyorsun."
"Hayır iyiyim Ali."
"Bütün suç benim Zeliha."