"Kimseye etmem şikâyet,"
"Ağlarım ben halime."
İç içe ve birbirine dolaşarak tüm duvarı kaplayan sarmaşıkların önünde ki, doğal ve küçük sahne de elli yaşlarda gösteren, saçları dökülmüş şişmanca ve oldukça göbekli adam, omuzunun üzerinden boğazına dayanan saza, yanağını yatırmıştı.
Ağır ve zarif hareketlerle elinde üç parmağıyla tuttuğu arşeyi dört telin üstünde bir ileri, hafifçe yukarıya sonra da hemen aşağıya çekiyordu. Adam bazen bunu, kapalı tuttuğu gözlerini açarak ve biraz abartarak sertçe yapıyor sonra yine önceki ritmine dönüyordu.
Arşeyi kemanın tellerin de gezdirdikçe sazdan inen nağmelerin sesi ile yüzünden ya hüzün ya da insanı rahatlatan gölgeler geçip kayboluyordu. Acaba kendi gibi kemani olan bu şarkının bestekarını düşünüyor mu diye içinden geçirdi. Bu besteyi çalan sazende mutlaka düşünür dedi kendi kendine.
"Titrerim mücrim gibi,"
"Baktıkça istikbalime."
Bu besteye güfte olan şiirin acıklı hikayesi geldi aklına. 1800'lerin sonunda bir kız çocuğunun yakarışıdır bu şiir. Henüz on üç yaşında ki İhsan Raif Hanım'ın bir iftira sonrası zorla evlendirilmek üzereyken kâğıda karaladığı şiir.
Köse Mehmed Raif Paşa'nın kızıdır İhsan Raif Hanım, varlıklı bir aileden gelmesinin avantajı ve üst kademe görevler üstlenmiş babasının özeni ile iyi bir eğitim görür. Edebiyat ile hep içli dışlı olur.
On üç yaşındayken kız kardeşi ile bulundukları konağa bir adam dalar ve hayatı kararır. İhsan Raif'e göz koyan adam, daldığı konaktan genç kızı kaçırmaya kalkar. Başarılı olamasa da İhsan Raif hakkında dedikodular çıkar ve babası kızının o adamla evlenmesine karar verir.
İzmir'e gelin olarak gönderilmeye hazırlanan İhsan Raif Hanım, oturdukları konağı terk etmeden önce üzüntüsünü, korkusunu ve umutsuzluğunu kâğıda döker ve Türk Sanat Müziği'nin en önemli klasiklerinden biri olacak Kimseye Etmem Şikâyetin sözlerini yazar. Şiir daha sonra Serkis Efendi tarafından bestelenir. (*)
Nihavent makamının tek bir sazende ile çok güzel icra edildiğini daha önce de dinlemiş görmüştü. Bu makam aşıkların makamı derdi müzik öğretmeni Müzeyyen Hanım. O yıllarda kanun çalabilmeyi çok istemişti ancak o sazı çalmak için önce sahip olması gerekirdi. Böyle bir olanağı hiç olmamıştı belki babası veya amcasına söylese almak için can atarlardı ama saz pahalı bir sazdı. Müzik odasına- büyük ve yüksek tavanlı salona- girdiği zaman orada bulunan kanunu dizlerinin üzerine koyarak teller de çıkarmaya hazır seslere parmaklarıyla dokunmaya çalışır büyük bir ciddiyetle arkadaşı Ceyhun'a bakardı.
Yan gözle Mesut'a baktı, çayını yudumluyordu adam. Sonra ileri de akasya ağacının altında oturan kadınlara çevirdi bakışlarını;
Selma, "Amca Zeliha ablayı sesli kahve de Serap abla bekliyor, beraber gidelim sen gelmezsen o da gelmez." demişti.
Serap birkaç defa Ayşe Hemşireyi aramış, telefon da eski arkadaşıyla da konuşmuşlar fakat merakla Zeliha'yı görmek istediğini de söylemişti.
Ceylan henüz ayağa kalkamıyordu. Ameliyatın üstünden üç hafta geçmiş, kız Saliha ve Selma ile yattığı yerde fizik hareketleri yapıyordu her gün. Genç kızla bir kez odanın kapısından bakarken göz göze gelmişler kız ona tebessüm etmişti. Ceylan yattığı yerden Ayşe Hemşireye doğru uzanıp kulağına bir şeyler fısıldamış, kadın da Ali Hakan'a doğru bakmıştı. Odaya girip genç kıza "Geçmiş olsun." demeyi düşünmüştü o an... Ama "Siz kimsiniz?" diye sorarsa, ne derim düşüncesiyle mırıldanıp kendi odasına doğru gitmişti.