Gün battıktan sonra, karanlığın çöküp her yeri sarmasını izliyordu. Kurşuni renk çoktan çekilmiş siyahlık gökyüzünde parlak ayı, ışığa tutulmuş beyaz bir cam meşe gibi ortaya çıkarmıştı. Evet çocukken oynadıkları camdan yapılmış meşelerden ( misketlerden ) en güzel olanına benziyordu.
Agaf diyorlardı o süt beyazı meşeye.
Agaf ne demekti bilmiyorlardı, çok nadir bulunurdu agaf misket. Belki de değerli olduğu için agafta ismi. Belki de Osmanlıca da Şagaf kelimesinden türeyen bir kelime olabilirdi. Şagaftan türeyen başka bir kelime meşguf'un manası aşkın, tutku ve sevgilinin yüzünden deli olmuş demekti. Süt beyazı misket kendini çok sevdirdiği için bu isim verilmiş olabilirdi.
Çocukken değer verdikleri bir cam parçası, yaş ilerleyip büyüdükçe yerini daha pahalı daha önemli nesnelere bırakıyordu. Bir roman ya da hikaye kitabı, güzel bir scriks kalem, hakiki deriden yapılmış enli ve parlak tokalı bir kemer, lise yıllarında amcasının onun için yaptırdığı kalın halkalı gümüş künye ile Tissot marka ince kol saati.
Sonra yıllar daha da ilerledikçe değer verilenler farklılaşıyor, beğenileri ve anlayışları da değişiyordu. Beğeni, bir bakmışsın tutku'ya dönüveriyor, sonra gülümseyen o güzel yüze paha biçilemiyordu. Hele... O iri siyah gözler sana bakınca, ruhun alev alev yanan bir çıraya dönüyordu.
" Şimdi ne yapıyor acaba? " diye mırıldandı.
" Yemeğini bitirmemişsin yakışıklım. "
Ayşe hemşirenin şefkat dolu sesi ile kendine geldi. Önce masada duran iki tabağa, sonra da gülümseyen kadına baktı.
" Bitiremedim hemşire abla, canım istemiyor. "
" Yemen ve bitirmen gerekiyordu. "
Ali Hakan başını iki yana iki yana sallayıp,
" Lokmalar ağzımda büyüyor abla " dedi.
" Sana bu akşam bir sürprizim vardı ama yemeğini bitirmeyince... "
" Ne sürprizi abla? "
" İyi de söylersem sürpriz olmaz ki yakışıklım "
Bitkin bakışlarını kadına dikip, gülümsedi.
" Biraz uyumak istiyorum Ayşe abla. " dedi.
" Tamam, şu ilacı iç az sonra uyumuş olursun. Yorgun görünüyorsun."
Avucundaki hapı Ali'ye uzattı ve diğer hastalara bakıp, yavaş adımlarla odadan çıktı.
Her yer karanlıktı, neresiydi burası? Ağaçlar, dallar ve yaprakları da kapkaraydı. Önün de uzayıp giden bir yol vardı ancak orası da siyahtı. Üzerin de durduğu kaldırımın taşları ve bastığı yer de görünmüyordu. Az ilerde ki rayları farketti, sonra ise istasyon binasını... Kapının üstünde yanan sarı Işık rayları hafifçe parlatıyordu. Etrafta kimseler yoktu ve ortalık ıssızdı. İnce ince yağmur yağmaya başlayıp, yüzüne vuran damlalardan önce fısıltı ile gelen ses az sonra her yanını sardı. Ses kulaklarına baskı yapınca elini yüzüne götürdü. Ses biraz daha yükseldi.
" Yoldaki ağaçların altından geçen küçük derenin ışıltılı suyu, sessizce akıyor, ağaçların dal ve yaprakları da suya doğru eğilmiş adeta bize ses ver, sesin gelmiyor diyordu. "
" Ne oluyor? " dedi karanlığa doğru, sonra da gözlerini açmayı başardı.
Pencere ile yatağın arasına konmuş sandalye de, göğüs hizasına yakın yerde oturuyordu kız. Elinde tuttuğu kitaptan yavaş bir sesle okuyordu. Bir süre onu izleyerek dinledi ve gözlerini kapattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sesli Kahve
Roman d'amourBu bir aşk romanıdır. Sevginin gücüne inancın haykırışıdır...