Bölüm 18

700 58 6
                                        

Hepsi şaşırarak önce birbirlerine sonra da bana baktılar. Aralarından üst rütbeli olduğunu düşündüğüm bir cadı öne doğru çıkıp bana bir adım daha yaklaştı.

"Efendim bir Monoark korumaları olmadan şahsi bahçesinde bile yürüyüşe çıkamaz. Sizi olası bir çatışmaya rağmen yalnız yollamamızı mı istiyorsunuz? Hem de böyle kritik bir zamanda." dediğinde diğerleri de dediklerini onaylar şekilde bakıyordu.

Yürürken aniden durunca arkamdakiler bana çarpmamak için iç içe geçtiler. Arkamı dönüp hepsine bakarak konuşmaya başladım.

"Belki çok klişe olacak ama beni eski Monoarklar gibi düşünmenizi istemiyorum. Ben özel alana ihtiyaç duyan ve bunu elde etmeye kararlı biriyim. Emin olun kendimi savunabilirim ama şimdi sizinle burada bunu tartışmayacağım. Akhilleus'um orada bilinçsiz yatarken olmaz. O yüzden bir ortak noktada buluşalım. Aranızdan benimle gelecek birini seçin ve bir an önce işe koyulalım."

Hiç tereddüt etmeden benimle konuşan cadı diğerlerini gruplayıp gitmemiz için yolu işaret etti.

Hızlı adımlarla giderken ona bir bakış attım. Sıradan bir cadıydı.

"Eminim Hektor seni çok sevecektir. Onu tanıyor musun?" dedim otoparka inerken.

"Onunla tanışacak statüde değilim." deyip başını eğdi.

"Akhilleus'um bir insan. Ne statüsünden bahsediyorsun?" dediğimde yüzünde belli belirsiz bir gülümseme gördüğüme yemin edebilirim.

Biri bunu Ajax'a anlatmalıydı. Birini hem de bir cadıyı böyle bir zamanda gülümsetmiştim. Komiktim işte!

"İnsan bile olsa o bir Akhilleus.

Ayrıca statü görmezden gelebileceğim bir şey değil. Hele ki Hektor gibi birini." derken gözlerindeki saygı Hektor'un benim gördüğümden daha fazlasına sahip olduğunu gösteriyordu. Sonuçta büyükannem onu seçmişti, bu beklenmedik bir şey değildi.

"Siz arkamda kalın majesteleri." deyip bir adım önüme geçti otoparka girdiğimizde.

"Zorda kalınmadığı müddetçe kan istemiyorum. Bunu olabilecek en az miktarda şiddet kullanarak çözeceğiz." dediğimde bir şey demeden başıyla onayladı.

Sessiz adımlar atmaya çalışarak etrafımı incelemeye koyuldum. İnsanların varlığı bu işi zorlaştırıyordu. En kötü ihtimal birkaç hafıza silerdim.

Ben düşüncelerimle meşgulken adını bile bilmediğim asker arabaların arkasına bir kaplan gibi atılıp birini yakaladı.

Dalgınlığıma kızıp peşinden gittim. Kapşonunu açmaya gerek olmadan enerjisinden ne olduğu anlaşılıyordu.

Hareketsiz durur tepki vermezken, ben yaklaştığımda hırlamaya benzer bir ses çıkarıp bana doğru hamle yaptı. Görüntü adeta benim için ağır çekime alınmış gibiydi.

Askerin elinden kurtulup bana yaklaştığını gördüğüm an içgüdüsel olarak avuçlarımda alevler belirdi. Ben tam bilmesem bile vücudum kendini nasıl koruyacağını biliyordu.

Ona doğru ateşten bir kırbaç savurduğumda tekrar hırlayıp geri çekildi ve kapşonun altından bana baktı.

O an vampirlerden neden bir türlü hoşlanamadığımı bir kez daha hatırladım. Gri-yeşil arasındaki tenleri ya da köpek balığınınkine benzer dişlerine bayılmasam da çekilebilirdi. Asıl sorun göz bebekleriydi. Gözlerini ikiye bölen bir çizgi gibiydi. Bu gözler onların duygularını, düşündüklerini hatta hayatta olup olmadıklarını bile gizliyordu. Ürpertici olmaları ise diğer bir özelliğiydi.

MonoarkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin