Geçmiş özeti

1.1K 83 2
                                    

Emma annesiyle yaşıyordu ama 10 yaşındayken yeraltına kaçırıldı. Annesinin haberi olduğunu ve artık burada yaşayacağını söylediler. Melez olduğunu öğrendi. Bir sarayda yaşıyordu. Onu buraya getiren ve sarayın sahibi olan adamın kim olduğunu bilmiyordu. Sadece 3-4 kez filan görmüştü, arada bir kuralları konuşurlar veya yemek yerlerdi ama hiçbir zaman kim olduğunu öğrenemedi.

Orada ona işkence yapmıyorlardı. Koyu tonların hakim olduğu bir odası vardı ve dışarı da çıkabiliyordu.Ama belli bir sınırı geçmesi yasaktı. Sınırlar da küçük değildi tabi. Geniş bir alanda dolaşması serbestti. Yıllarca sadece saray görevlileri -ki çoğu ölüler ve hayaletlerdi- ve kendinden 2 yaş büyük olan Styx melezi Jack ile konuştu. Aynı sarayda yaşıyorlardı ve hergün sıkıntıdan beraber vakit geçiriyordu.Beri düzenli olarak kılıç ve okçuluk dersleri alıyordu. Gayet hızlı ve pratikti. Sarayın kütüphanesinde kendine göre kitaplar bulurdu hep. Okumayı da ihmal etmezdi.
Jack ona çok yardımcı oluyordu ve bu ıssız sarayda konuşacak birilerinin olması iyi geliyordu. Yanlış anlamayın Emma onu bir abi olarak görürdü hep.

14 yaşındayken avcılar geldi. Avcılar öldürmeyi seven Empusa gibi güzel görünümlü ama aslında canavar olan kızlardı. Ortalama 15 yaşlarındaydı hepsi. Avcılar melezleri öldürmeyi de severlerdi ama Emma'ya zarar vermeleri yasaktı. Yemin etmişlerdi.
Emma'daki avcı potansiyelini gören avcılar melez olmasına rahmen onu aralarına davet ettiler. Emma bunu çok düşündü ama Jack sayesinde vazgeçti. Ona bir söz verdi ve avcılara katılmadı. Teklifi reddetti ve onları iyice kızdırdı. Kızgın avcılar bir kız da tek dostu olan 4 yıldır tanıdığı Styx melezini gözleri önünde parçalayarak kayboldu.
Emma hep nefret etti avcılardan. Onca acılarına rahmen yıllar sonra ilk kez arkadaşının ölümüne ağladı Emma. Günlerce odasından çıkmadı ve düşündü.

En sonunda günlerce çıkmadığı yatağından çıktı ve hergün birkaç tane canavar öldürmeye başladı. Çok güçlü olmasa da hızlıydı. Yalnızlık hayatında hep karşısına çıkmıştı. Karmaşık bir kişiliği vardı ve gerçeği anladı. Değer verdiğin kimse olmadığında kaybedeceğin bir şey de olmaz ve sevgi hep kaybeden tarafta olur. Aşk, sevgi ve bağlılık... En büyük zayıflığıdır insanın. Bu yüzden hep Cupid ve oklarından nefret etmişti. İyimserliğe bile kötümser bakmaya alışmıştı (Baykuş'uma gelsin ;) )

Ve bir gün Poseidon geldi. Ona doğru düzgün bir açıklama bile yapmadan etrafını sular sardı ve gözleri kapandı.

Uyandığında suyun altındaydı ve garip bir şekilde nefes alabiliyordu. Suyun yüzeyine çıktığında koyu saçlı, deniz yeşili gözlü bir çocuk şaşkınlıkla ona bakıyordu. Sudan çıktığında çocuk Poseidon'un oğlu olduğunu söyledi ve melez kampını tanıttı. Kheiron'un yanına gittiklerinde melez olduğunu bildiğini ve yeraltından geldiğini söyledi. Başka bir şey anlatmadı. Zaten nereden geldiğini bir tek Kheiron ve Percy biliyordu.

O gün Hermes kulübesinde kaldı ve Travis-Connor ile iyi anlaştı.
Ertesi gün kamp ateşinde Poseidon ortaya çıktığında Emma'nın 'yine mi sen'diye bağırması herkesi şaşırtmıştı. Ona burada güvende olduğunu ve onu hapis olduğu yerden kurtardığını söylüyordu Posedion ama Emma o adamla anlaştığını ve ona kaba davranmadıklarını söylüyordu.
Aniden başının üstünde beliren üçlü yaba ike herkes şaşırmıştı. Poseidon onu sahiplenmişti ama o bunu istemiyordu. Sahiplenmek saçmaydı. Yıllardır neredeydi acaba şu daha önce duyduğu 'baba'.
Poseidon kendini affettirdi ve Kheiron ile konuşup ortadan kayboldu.

Emma, Percy ile anlaiıyordu. Kavga da ediyorlardı ama o yıllardır muhtaç olduğu şeyi bulmuştu...Aile

Annesinin yaşadığı yere gittiğinde ve yıllar sonra onu gördüğünde de ona sıkıca sarılmıştı.

Kampı tanıdıkça alışıyordu ama asla oraya ait hissetmiyordu.

Geçmişi özetle böyleydi. Arada bir geçmişe dönmeyi düşünüyorum.
Bir silah gibi büyütülmüştü. Belki bakılınca gayet güzel bir yaşamı olduğu düşünülebilir ama öyle değil. Hergün karanlıklar içinde kaldı. Kalbinin siyaha dönüştüğünü hissediyordu. Karanlığı, boşluğu, öldürmeyi seviyordu. Ama karanlığa teslim olmaktan çok korktuğu bir şey yoktu ve geceleri siyah dört duvar arasında iç dünyasındaki karmaşayı çözmekle geçiyordu. Küçük yaşta bu şartlarda büyümek görüldüğü kadar kolay değildi. Öldürmeye bu kadar alışmak ve yeteneklere sahip olmak. Saygı vardı ama sevgi yoktu onun için. Son sevgi tanesi de Jack ile birlikte kaybolmuştu içinde. Ama asla sevgisiz olmadı. Her zaman açığa çıkartabileceği bir sevgi, umut vardı içinde. Bazen kendini Pandora'nın kutusu gibi hissediyordu. Umut her zaman içindeydi ve çıkmayı bekliyordu. Kişiliği kendisi için bile fazla karışıktı. Hisleri onu her gün boğuyordu ve yeraltındaki son 3 yılını yalnız geçirdi.
Ama melez kampını sevmiyordu. Çünkü sevebileceği çok fazla insan vardı ve bu onun sonunu getirebilirdi. Fedakarlık ve sorumluluk getirirdi.

Çünkü sevgi her zaman içindeydi ve insanların dediği gibi güzel değil her an ölebilirmiş gibi hissettirirdi. Çünkü sevgi onun en büyük zayıflığıydı ve Cupid onun en büyük düşmanıydı. Çünkü bir gün o oklardan kaçamayacağını biliyordu.

Born To Be Monster #Nico Di Angelo (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin