twenty one pilots: Car Radio
Park Chanyeol ile tanışmamız yaratıcı yazarlık dersinde varoluşçuluk kavramı, Freud ve hikâyeyi okuyucuya bilimsel bir yolla aktarmanın ne tür izlenimler bıraktığına dayanıyordu. Onu tanımıyordum. SPARTA'YA ailesiyle beraber taşınalı iki hafta oluyordu ve bu iki hafta boyunca onu fakültede ara sıra görmem dışında buraya ekleyeceğim sıra dışı bir muhabbetimiz olmadı. Arkadaş grubumu, okuduğum bölümü, ailemi, 300 Spartalıda bana her sabah sütlü kahve ayıran ve her sabah oraya uğrayıp kahvemi alacağıma adı kadar emin olan Yaşlı Mimi'yi, buranın küçük bir yer olmasını herkesin herkesi tanıyor oluşunu seviyordum. Ancak başıma gelen en kötü şeylerden birinin Park Chanyeol'ün buraya taşınması oluşu ne yaparsam yapayım değiştiremeyeceğim bir gerçekti.
Dersten çıktıktan sonra Chanyeol'ü kapının kenarındaki duvara yaslanmış bir halde buldum. Ders sırasında aramızda geçen tartışmanın geride kaldığını düşündüğüm için bana karşı şerefsizlik yapmak adına kapının kenarında dikildiği aklımın ucuna bile gelmedi. Çünkü normal insanlar böyle yapar. Ders sırasında dersle bağlantılı konu hakkında düzgün bir şekilde tartışır ve ders bittikten sonra da kanlı bıçaklı davranmak yerine hayatlarına normal ve sağlıklı olarak devam ederler.
Chanyeol iki elini de pantolonunun ceplerine koyduğunda üzerindeki WHERE IS MY MIND yazılı tişörtünün hafif yukarı çekilmesi, sımsıkı, deliler gibi sert olduğunu düşündüğüm karın kaslarına ufacık bir yol açmıştı. Bunu fark etmiş gibi görünmüyordu. Sırt çantası tek omzuna asılıydı, siyah saçları koca bir timsah sürüsüyle tek başına savaşmış gibi dağınıktı ve neredeyse gözlerini kapatacak kadar da uzundu. Yüzü dümdüzdü, yanakları içine çökmüştü ve dudakları hafif gergindi. Sanki hastanede geçen bir korku filminin içindeydim ve birazdan dikildiğim koridordaki tüm ışıklar tek tek sönecekti. Ben de aptal baş karakterin yapacağı o mükemmel şeyi yapacaktım. Yani arkama dönecek ve KİM VAR ORADA diye bağıracaktım işte. Pekâlâ, tam olarak böyle bir sahnenin içinde değildik fakat Chanyeol'ün bakışları tam olarak öyle hissettiriyordu.
Normal biri olduğum için takılmadım ve sırt çantamı tek omzuma alarak yürüdüğümde Chanyeol'ün sol ayağını önüme attığını görmedim bile. Ayağına takılıp yere ağız burun dalaşacakken dirseğimi tuttu, böylece kimseye ağız burun dalmadım. Bana sadece, "Dikkat et, Byun," demişti. Buydu. Bu kadar. Dikkat et.
Oysa o simsiyah, iki koca kara leke gözleriyle yere yüz üstü çarpıp ağzımı burnumu kırma ihtimalimi ve bunun yarattığı korkuyu gayet net bir şekilde görmüş ve bununla kendine has sessizliği ile dalga geçmişti. Görmüştüm. Üst dudağının hafifçe yukarı çekilişini, gözlerindeki şerefsizlik sinyalini görmüştüm ve şey demiştim içimden, bittin oğlum sen.
Evet, Park Chanyeol ile aramızdaki düşmanlığın açılış günü tam olarak buydu ve kurdeleyi kesen kişi bizzat kendisiydi.
"Başlıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kapıyı açık bırakanlar kulübü
أدب الهواة"eve dönüyorsan, eve dönüş yolunu unuttuysan, çıkmaz sokaktaysan veya çıkmaz sokaklardan kurtulduysan, her neredeysen ve her nereye gidiyorsan"