alphaville: Forever Young
Chanyeol ve benim tamamen keyfi sebeplerden dolayı aldığımız yaratıcı yazarlık dersinde izlediğimiz İran yapımı, Hush! Girls Don't Scream filmini hala hatırlıyorum. Her üç haftada bir o gün için seçilen bir ülkenin filmini izlerdik ve film ile ilgili yarım sayfalık bir şeyler karalamamız gerekirdi. Park şeytanın arka bacağı Chanyeol'ün yanı her zamanki gibi boştu. Hep boştu. Benim oturduğum yere konduğu için ve sınıftaki bütün yerler dolu olduğu için onun yanına emeklemekten başka bir çare bırakmazdı bana. Kendimi ucuz bir lise dizisinin içinde hissetmeme neden olurdu. Dişimi sıkarak yanına otururdum, o gün de dişimi sıkarak yanına oturmuştum. Erkekler ağlamaz adlı içi bomboş bir konuşma yapmayacağım çünkü erkekler de ağlar.
O gün, hush, girls don't scream filmini izleyen herkes burnunu çekiyordu. Telefonuyla uğraşanlar da vardı. Ağlamamak için dudaklarını kemiren ya da ikide bir eliyle yüzlerine doğru yelpaze yapanlar da vardı. Ben de ağlamamak için dudaklarını kemirenler kervanına giriyordum. Sürekli burnumu çekip durmuştum. Chanyeol'de tık yoktu. Chanyeol'de tık olmamasının sebebi ise bu filmi önceden izlemiş olmasıydı.
Sürekli burnumu çekmekten rahatsız olduğunda kısık bir sesle, "Ağlayacaksan ağla," demişti.
Yüzü ekrandaydı, siyah kaşları çatıktı. Benim yanımdayken kaşları hep çatık olurdu zaten. Ben Annie Oakley isem o da Frank Butler'dı. İşin komik tarafı birbirimize delicesine aşık değildik, sadece onun yaptığı her işi on kat daha iyi yapabilmemi sağlayan bir hırsa sahiptim. Bu yüzden ben Annie idim o da Frank. Bu yüzden burnumu çekip duruyordum çünkü kimse düşmanının yanıbaşında salya sümük ağlamak istemezdi.
"Ağlayamam," dedim inatla.
Başım da hala dikti, keçi inadım tutmuştu. Chanyeol derin bir nefes alarak göğüs hizasında birleştirdiği kollarını çözerek bana bakmıştı. Yan gözlerle. Hiçbir şey söylemedi. Masanın üstünde duran pergel ve kalemle uğraşmaya başladığında burnumu çekmeye devam ediyordum.
"Pergelin ucundaki kalem bile tükeniyor," dedim tıkanmış bir sesle. Kalemin bitmek üzere olan ucuna baktı.
"Tek yaptığı şey de boktan bir daire."
"Öyleyse suç kalemde değil de, pergelde mi?" Bunu kağıdın üstüne çizdiği daireye bakarak söyledi.
"Hayır, suç kalemde," dedim. "Yazılacak onca hikaye, çizilecek onca yıldız, şehir ve aşklar varken ne diye gittin girdin o pergelin içine."
Dudağı seğirir gibi oldu, burnumu çekmeye devam ettim.
"Çok sevmiştir belki," dedi sessizce, sonra sırt çantasını masanın üstüne koydu. Yüzümü kapatacak bir şekilde aramıza koyduğu sırt çantasının ötesinden, "Ağla, bakmıyorum," dediğinde sesimi çıkarmadım. Masanın üstüne eğilip yüzümü avuçlarımın arasına alarak ağladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kapıyı açık bırakanlar kulübü
Fanfic"eve dönüyorsan, eve dönüş yolunu unuttuysan, çıkmaz sokaktaysan veya çıkmaz sokaklardan kurtulduysan, her neredeysen ve her nereye gidiyorsan"