michael jackson: Smooth Criminal
Yaşlı Mimi ile bir dönem flört konularına girmiş olan Kader Efendi, uğursuz olarak bilinen gökyüz sokağının başındaki tıpkı onun gibi yaşlanmış olan evinde tek başına yaşardı. Hayır, ona Kader Efendi demeye başlayan ilk kişiler biz haylazlar değildik. Onu tanıdığım andan itibaren üzerine yapışmış olan bu lakabı ona kimin verdiğini ya da neden verdiğini bilmiyorum. Tek bildiğim Ölü Ozanlar Derneği'nin Bay Keating'i gibi hepimizi uçsuz bucaksız diyarlara götürecek kadar dolu bir karakter olması ve onu her gördüğümde yüzüne doğru Oh Captain My Captain! diye bağırmak isteyişim.
Kader Efendi hakikaten de Robin Williams sunbaenimin çekik halini anımsatan gülüşüyle, lanetli gökyüz sokağında yaşamasına rağmen kendini herkese sevdirebilen cici bir adamdı. Gerçi insanlar onu sevsin diye uğraşmazdı. Diğer insanların onun hakkında ne düşündüğünü dahi umursamazdı, bu dünyaya iyi bir şeyler bırakmak istediği için öğretmen olmaya karar vermişti ve emekli olmasına rağmen onu evinin bahçesine sıra ve masa dizerken, yoldan geçen herkesi oluşturduğu bu küçücük sınıfa davet ederken görebilirdiniz. Sürekli öğrendiği ya da bildiği şeyleri başkalarıyla paylaşmaya can atan bir tutkusu vardı. İçinde asla tutamazdı, hadi lan oradan dedirtecek şeyleri bile heyecanla anlatırdı. Zamanında öğretmen olmaya karar vermesinin asıl sebebi bence buydu. İçindeki devasa bilgi yanardağını aman patlamasın diye saklamaktan yorulmuştu. Koy gitsin, patlayıversin diyebilmek için seçtiği bu yol bir süre sonra onun evi olmuş olmalıydı. Kader Efendi'yi Bay Keating'e benzetme nedenim de buydu. İnsanların aslında düşündüklerinden daha fazlası olduklarını bilmelerini, gökyüzüne bir merdiven dayayabileceklerini ve herkesin istedikten sonra o basamakları çıkabileceğini göstermek istiyordu.
Ve Kader Efendi, hayatında üç şekerli insanlar varsa senin çok şanslı bir insan olduğunu söyler. Hatta üç şekerli insan bizzat sensen o zaman bu şanstan daha da ötesi olurmuş. Üç şekerli biri olabilmek hiç de kolay değilmiş çünkü.
Park Chanyeol'ün üç şekerli bir insan olduğunu ilk defa arabasını yıkarken gördüğüm zaman düşünmüştüm. Sokağın sonundaki bücürük Lilo da yanındaydı. Hayır, Lilo ve Stitch'deki Lilo gibi değildi bu bücürük. Daha çok Despicable Me animasyonundan fırlama Agnes gibiydi. Chanyeol'ün üç şekerli yanını benden başka herkese gösterdiğini de o zaman anlamıştım. Saçları simsiyahtı ve dışarıdayken bile renkli gözlerini kapatabilmek için simsiyah lensler takıyordu. Ipıslak olmuş tişörtünün eteklerini kıvırıp sıktığında, Lilo kovanın içindeki suyla oynuyordu. Baştan aşağı ıslanmış haliyle, inanılmaz kavurucu oluşuna rağmen ondan daha fazla nefret etmeme sebep olmuştu. Çünkü benden böylesine nefret etmesi saçmaydı. Bücürük Lilo Sparta'nın görüp görebileceği en haylaz kız çocuğudur. Bir ara şehirdeki tek sinemayı ateşe vermeye çalışmıştı. Her an bir yerlerde beni de ateşe verebileceğini düşünerek uzak durmayı tercih ettiğim biriydi ve henüz yedi yaşındaydı. Chanyeol onun gibi bir haylazı bile sevebiliyorsa beni neden sevmiyordu, anlamıyordum. Dersin ortasında onun Çin'i aşan egosunu söndürdüğüm için benden nefret etmesi saçmaydı. Saçma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kapıyı açık bırakanlar kulübü
Fanfiction"eve dönüyorsan, eve dönüş yolunu unuttuysan, çıkmaz sokaktaysan veya çıkmaz sokaklardan kurtulduysan, her neredeysen ve her nereye gidiyorsan"