sessizliğin sesi

244 29 159
                                    

Jimin de beni çeken bir şey vardı. Bir şeyler anlatırkenki heyecanına mı, güzelliğine mi yoksa yaşama sevincine mi kapılıyordum bilmiyorum. Sadece her ne yaparsa yapsın etkileyici görünüyordu gözüme. Güzeldi o.

İçinde bulunduğu duruma rağmen hayata isyan ediyor gibi bir hali yoktu. Oysa ben yaşadığım şeyler yüzünden bunu birçok kez yapmıştım, yapmaya da devam ediyordum. Ki zamanında kendimi öldürmeyi bile denemiştim. Onu bile becerememiştim. Ben yaşamayı ne kadar sevmiyorsam; Park Jimin o kadar seviyordu. Ve şöyle de bir gerçek var ki, ben Park Jimin için yaşardım.

Gözyaşlarımı sildi minik parmaklarıyla. Ses çıkarmazdım ağlarken, bu yüzden dudaklarım kapalı bir şekilde sessizce gözyaşı akıtıyordum. İlk kez duygularını böyle açıkça ifade etmişti ve bunun beni bu kadar üzeceğini tahmin edemezdim. Bir başka insan için kalbimin bu kadar kırılacağını bilemezdim.

Ben kendi sorunlarıma bile üzülmeyi bırakmıştım, şimdiyse bu çocuk için gözyaşı akıtır oldum. Çok garip. Belki de içimde bir yerde, Jimin tarafından kurtarılmak isteyen yanım, Jimin'e olan bağlılığından beni bu hale getiriyordu.

Başımı eğdim ve yanaklarımda gezinen parmaklarını tuttum. Çekmeye çalıştı ama ben sıkıca tutup izin vermedim. Neden çekmeye çalıştı onu da anlayamadım gerçi. Başımı yana eğdim ve gözlerine baktım. Nemli, güzel gözlerine...

Derin bir iç çektim. Diyecek çok şey vardır belki ama ben konuşma konusunda beceriksiz bir insandım. Az konuşur, kaba konuşurdum. Onu kırmadan nasıl konuşabilirim pek bilemedim.

"Benim sesim pek güzel değil..." Bu kadar da saçmalamayı beklemiyordum. Olan oldu diye düşünüp konuşmamı devam ettirdim.

"Sesimi duyamadığın için üzülme. Sesini bana duyuramadığın için üzülme. Ben sessizliğimizin sesini duyuyorum... Sen duyamıyor musun yoksa?"

Bakışlarını kelimelerimi okuduğu dudaklarımdan çekip gözlerime çıkardı. Yeterli gelmemişti sanırım sözlerim ama hislerimi söylemekte de berbattım. Zaten eğer becerebilsem böyle şeyler demek yerine ben seni böyle seviyorum der çeker öperdim onu. Yoktu ki bir gram cesaretim!

Yine de sözlerimin arkasındaydım. Ben Jimin ile birlikteyken kulağa çarpan sözleri duymak yerine kalbe çarpan sözleri duymayı tercih ediyordum. Bu da bizim sessizliğimizin sesi oluyordu. Onu duyuyordum ve onun da bunu duymasını umuyordum. Jimin'in sesimi duymasına gerek yoktu, o beni zaten duymak istediği an duyabilirdi. Sesimin kulaklarına çarpmasına gerek yoktu.

Dudaklarını aralayıp bir mırıltı çıkardı, ardından elini elimden çekti ve birkaç hareket yaptı. Dediği şeyi sorunsuz bir şekilde anladığım için kendimle gurur duydum yine. Sahi... Jimin işaret dili bilmediğimi, onun için öğrenmeye çalıştığımı nereden anlamıştı ki? Bunu ona soracaktım.

"Sessizliğin sesi... Seninleyken duyduğum o güzel şey, bu mu?" demişti. Elini kalbime koydu ve kalp atışlarım avuç içine çarpmaya başladı. Elimi kalbine koydum.

Gülümsedim. "Evet, sessizliğin sesini duyuyoruz biz." Umduğum gibi, Jimin duyuyordu.

Anlık söylediğim şey kalbimi tekletmişti. Yine de duruşumu bozmadım. Aptalca şeyler -duyamadığı için- düşünmesini istemiyordum.

Gülümsedi. İçime su serpildi sanki. Gülümsemesine ne kadar ihtiyaç duyduğumu hatırlattı bu bana. Sanki ben bir çiçektim ve onun gülüşü de güneşti, yaşamam için ona ihtiyacım vardı.

Onun üzülmesini, ağlamasını istemiyordum. Hep gülsün de gözleri kısılsın, küçücük olsun istiyordum. Kendi mutluluğumdan çok onun mutluluğunu diler olmuştum. Kendimi bir gram umursamıyordum.

silent voice Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin