Hayatımdaki sıradanlığa çok alışıktım. Öyle ki değişik şeyler(?) yapan insanlar bana garip gelirdi. Eğlenmeyi bilen insanlar bana garip gelirdi. Çünkü eğlenmenin bile bana yasaklanmış olduğunu hissederdim. Biri bana ne yapacağımı söylemediği sürece kendi başıma bir şey yapmak istemezdim. Ruhum esir alınmıştı.
Kimseden doğru düzgün iyilik görmemiş olmam nedeniyle insanlara hep mesafeliydim. Ailemin sebep olduğu sorunlu psikolojim de buna eklenince, yıllarca sosyofobiyle boğuşmuştum. Bu dönem tıp kazanmak için deli gibi ders çalıştığım döneme denk geliyordu. Eh, çevrem de yoktu zaten, ders çalışmak çok cazip geliyordu.
İnsanların yüzlerine bakamaz, onlarla konuşurken zorlanırdım. Başım sürekli eğikti; insanların ayakkabılarını yüzlerinden daha iyi tanırdım.
Yaptığım her şeyin bu kadar düzgün olması da çevremdeki insanlar yüzündendi, daha doğrusu ailem. Her hareketim eleştirilince haliyle zamanla mükemmelliyetçi birine dönüşmüştüm, robotlaşmış hayatımın başlangıcı oldu bu. Disiplinli, hata yapmaktan hoşlanmayan, titiz bir adam olmuştum. İşimde çok başarılı olduğum için övüldüğüm zamanlar sevinmiyor oluşum bundandı; insanların başarım yüzünden kusursuz olduğumu düşünmeleri bana geçmişimdeki sorunlu anılarımı hatırlatıyordu. Herkes gibi rahat ve kusurlu görünmek istiyordum, ama bu isteğim hiç gerçekleşmemişti.
Yalnızlık beni öyle içine çekmişti ki kendi kendimi bunu sevdiğime inandırmıştım. Bunu ben seçtim, bu güzel bir şey diye düşünüp kendimi kandırmıştım. Böyle olmama sebep olan insanları görmemiş, onları hiç suçlamamıştım.
Üniversiteye geçince mecburiyetten daha fazla insanla muhatap olmuştum ama korkularımı yenememiştim. İşime ve derslerime odaklanırdım bir tek. Kız arkadaşlarımla ayrılma sebebimiz genelde onlarla ilgilenmiyor, umursamıyor oluşum yüzünden olurdu. Ama hiçbiri zaman zaman onlardan da korkup kabuğuma çekildiğimi bilmezdi.
Tek dostlarım evimdeki eşyalar -daha çok kitaplar- olurken; bir bakmışım ruhu bedeninden çekilmiş, somurtkan bir adama dönüşmüşüm. Her şeyim o kadar sıradandı ki, yapmayı istediğim şeyleri bile bilmez, bulunduğum düzende ne uygun görülüyorsa ona göre seçimler yapardım. İnsanlara göre yaşamaya alışmıştım.
Geceleri rahat uyuyamaz, en sevdiğim rengi bile bilmezdim... Gerçek bir kişiliğim olduğundan bile emin değildim.
Sonra Jimin ile tanıştım.
Bu cümle bile bir şeylerin değiştiğini anlatmaya yetiyordu aslında. Büyük değişimler tabi ki olmadı -aslında bana göre oldu fakat dışarıdan bakılınca olmamış gibi duruyor- fakat sürekli somurtan, tepkisiz ve kaba bir adam değildim artık, özgürce gülüyor; ağlıyordum. Hiç kimseyi ölse dahi umursamayacak ben, Jimin'e aşık olmuştum. Bunu kendime biraz geç itiraf ettim ama artık emindim. Jimin'in aşkıyla yanıyordum.
Jimin bana yalnızlığı unuttururken ve ben ona tam alışmışken, şimdi beni kendisinden mahrum bırakıyordu.
Yaklaşık üç haftadır, onu sadece dört kez görmüştüm.
Ben yine her gün o eski banka gider onu beklerdim ama o gelmiyordu artık. Nedenini sorduğumda ise işleri olduğunu söyleyip duruyordu. Çok üzülüyordum. Beni yalnız bırakmasından korkuyordum. Onu özlemek kalbimi kırıyordu.
Onu her gördüğümde eskisinden bir tık farklı görünüyordu, daha soluk tenli; daha bitkin. Ona ne olduğunu bilememek ise beni mahvediyor.
Birkaç kez Jungkook ile bu konu hakkında konuştum ama onun da Jimin'den farkı yoktu, kapalı kutu gibiydiler.
Dört kez onu görmüştüm çünkü dayanamayıp evine gitmiştim. Onlarda da birkaç saat görüşebilmiştik, Jimin sürekli hazırlanıp bir yere gidiyordu. Bazen evine gittiğimde hiç evde olmuyordu. Hatta uyumak için bile gelmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
silent voice
FanfictionPark Jimin aşık olduğu adamın gülüşünün sesini hiçbir zaman duyamadı.