Sonbaharın etkisiyle yapraklar sararmıştı. Havalar soğuyordu ama mont giyinmeyi gerektirecek kadar da soğuk değildi. Jimin'in rengarenk hırkalarını görebiliyordum artık.
Hâlâ benden sakladığı sır yüzünden ne kadar birilerine kızmak, bağırıp, çağırmak istesem de; sesimi çıkarmamıştım. Kabuğuma çekilmiş, bunları da içime atmıştım.
Uzun zamandır gördüğü kemoterapiden hâlâ iyi sonuçlar almıyordu, yine de pes etmiyordu, etmeyecektik.
Artık o eski bankta güneşin batışını izleyemiyorduk çünkü sadece akşamları değil, neredeyse bütün gününü hastanede geçiriyordu. Ten rengi çok soluktu, göz altları mosmordu ve bakışları çok dalgındı. Kullandığı ilaçlardan olsa gerek, ufak şeyleri unutup duruyordu. Gülümsediğinde gözleri tamamen kısılmıyordu artık çünkü kalbindeki sızı öyle büyüktü ki; içten gülemiyordu.
Jimin tıpkı şu an elime aldığım kum tanelerinin parmaklarımdan kayıp gidişi gibi; benden gidiyordu.
Bugün ise ekimin 13'üydü, yani Jimin'in doğum günü. Jungkook beni Taehyung'un evine çağırmış, bir şeyler yapmamız gerektiğini söylemişti. Oturduğum banktan kalktım ve arabamı park ettiğim yere doğru ilerledim. Arabaya bindikten sonra da Taehyung'un evine doğru sürmeye başladım.
Taehyung tek başına yaşadığı için evi küçüktü ama bu kadar kişi olacağımız için alan sıkıntısı çekmeyecektik. Jimin'in mutlu olmasını her şeyden çok istiyordum ve böyle bir gününde sevdiği insanlarla olmak ona tabi ki iyi gelecekti.
***
"Yoongi hyung, pastayı sen yapacaktın değil mi?" diye sordu Taehyung, elinde bir malzeme kağıdıyla dolaşırken.
"Evet, yiyecekleri ben hallederim."
"Taetae bir yesen yaptığı şeyleri var ya, mükemmel ötesi. Harika yemekler yapıyor," diyerek beni övdü Jungkook. Hafifçe güldüm. Utanıyordum övülünce.
"Öyle mi? Bunca zaman yemeklerini tadamadığım için kırıldım şu an."
"Ah, yapmayın çocuklar," deyip ayağa kalktım ve Taehyung'un elindeki kağıdı aldım. Yazdıkları malzemelere baktım. "Tamam bunlar," deyip tekrar Taehyung'a uzattım.
Jungkook, "Hadi o zaman Taehyung, biz markete gidelim," dediğinde ikimiz de ona baktık.
Jungkook kendisinden büyüklere saygı ifadelerini sadece işi düşünce kullanıyordu ve buna çok alışmama rağmen hâlâ tuhaf geliyordu bazen. Aramızda yıllar var ve bazen bana bile Yoongi hyung demek yerine sadece Yoongi diyordu. Hatta şaka amaçlı farklı telafuz ettiği bile oluyordu. Taehyung'a karşı da hyung dediği anlar yok denecek kadar azdı. Genelde Tae veya Taetae diyordu.
"Ben de geliyorum, yanlış bir şeyler alacak gibi bi haliniz var," dediğimde ikisi de birbirine bakıp gülmüştü.
Taehyung, "Yürü lan tehlikeli tavşan," diyerek Jungkook'u iteklediğinde, Jungkook ondan uzaklaşıp orta parmağını göstermişti. Benim de gördüğümü görünce utançla başını eğip özür diledi. Bir şey demedim.
Evden çıkıp markete geldik. Ben reyonları gezip yemek ve tatlı malzemelerine bakarken diğer çocuklar da süslemelerin olduğu taraftaydı. Jungkook değişik şapkaları Taehyung'un üzerinde deneyip gülüyordu. Kahkaha sesleri bana kadar geliyordu. Jimin onların pek iyi anlaşamadığını söylemişti ama hiç de öyle görünmüyordu. Tamam, birbirleriyle çok uğraştıkları doğruydu fakat bu nefretten kaynaklı gibi değildi, cidden birbirlerini seviyor gibiydiler.
"Şunu da dene!" Jungkook elinde tuttuğu sahte bıyıkla Taehyung'un peşinden koşuyordu. Taehyung arkama saklanınca kaşlarımı kaldırdım. Aniden beni tutması dengemi kaybetmeme sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
silent voice
FanfictionPark Jimin aşık olduğu adamın gülüşünün sesini hiçbir zaman duyamadı.