bu akşam gitmesen

211 28 124
                                    

O gün güneş batana kadar sohbet etmiş, güzel vakit geçirmiştik. Jimin kardeşine gerçekten çok düşkündü ve Jungkook da abisine öyle. Aralarındaki kalp bağını görmek beni mutlu etti. Böylesine sevebildiği birine sahip olması da beni mutlu etti. Jimin'in etrafında sevgi hariç bir duygu görmek istemediğimi de fark ettim. Kötü ve hırçın hiçbir his ona uğramasın, sevgi ve mutluluk ondan hiç ayrılmasın istedim.

Onlar yine akşam olmadan gitmişlerdi ve ben de saatlerce bankta oturmuştum. Jimin hayatımın en içine giriyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Yapmak istiyor muydum o da ayrı soru. Hissettiğim bu hislerden vazgeçebilir miydim ki? Hayır, hayır. O yanımdayken dünya duruyor, kendi sorunlarımı unutuyordum ve o ne zaman gitse yine bir karamsarlığa bürünüyordum. Zaten beni bu karanlıkta bırakıp gidiyordu, o sadece güneşle beraber yanımdaydı ve güneş gittiğinde o da gidiyordu. Eğer akşamları da yanımda olsaydı eminim ki benim güneşim hiç batmazdı.

Kardeşiyle tanışmamdan sonra iki gün Jimin'le görüşmemiştik. İlk gün ben gidememiştim (aslında gitmiştim ama geç kalmıştım, güneş çoktan batmıştı), ikinci gün ise o gelmemişti. Çok erken saatlerde gelmeme rağmen gelmemişti. Güneş batar batmaz kalkıp gitmiştim.

Şimdi de işten bir saat erken çıkıp sahile doğru gitmeye başladım. Onun için biraz böğürtlen de almıştım. Sever miydi bilmiyorum. Onun için bir şeyler yapıp onu gülümsetmek istiyordum sadece.

Umarım oradadır. Bankın arkasında durdum. Boş bankın. Gelmemişti. Oysa erken çıktığım vakitler bile onu gördüğüm zamanlar oluyordu. Yumruğumu sıktım. Özlemiştim onu ama o gelmiyordu. Başımı eğip arkamı döndüm, sinirlenmiştim ve durmak istemedim. Arkamı dönünce onunla karşılaşmak büyük sürpriz olmuştu bana.

Kucağında küçük bir saksı içinde kaktüs tutuyor ve parmaklarına da sarı bir uçan balonun ipi bağlıydı. Tebessüm etti bana bakıp. Derin bir nefes alıp kravatımı gevşettim. "Gelmişsin." Çok mutlu oldum.

Başını aşağı yukarı salladı ve birkaç büyük adımla tam karşımda durdu. Başını hafif kaldırıp gözlerime baktı. "Aa..." Bir şey demek istediğini anladım. Elleri dolu olduğu için yapamıyordu herhalde. Kucağında tuttuğu saksıyı aldım. Birkaç hareket yaptı.

"Seni özledim." Hislerini bu kadar kolay ifade etmesi çok hoşuma gidiyordu. Keşke bende onun kadar cesaretli olabilseydim.

Gülümsedim ve kaktüsü biraz uzaklaştırıp sol kolumla onu kendime çekip sarıldım. Söyleyemiyor olsam da gösterebilirdim. Bir kolunu ceketimin içinden belime doladı ve sıkıca sardı beni. Diğer kolunu da benim kolum üstüne attı, uçan balonu olmasaydı onu da belime sarardı, eminim. Güzel kokan saçlarını öptüm. Kaç dakika öylece sarıldık bilmiyordum ama ilk ayrılan o olmuştu. Ayrılmasaydı hiç bırakmazdım onu.

Güldü ve, "Kokuna bayıldım!" dedi. Ben de güldüm ama bir şey demedim. Elimdeki poşete kaydı gözleri. Poşeti havaya kaldırıp gözü önünde hafifçe salladım. "Sana böğürtlen getirdim."

Gözleri parladı. "Çok mutlu oldum! Ben de sana kaktüs getirdim!" Kucağımdaki kaktüse baktım. Kendisi ekmişti sanırım, oldukça küçüktü. Yüzümdeki gülümseme genişledi. Tekrar ona baktım. "Teşekkür ederim, aldığım en güzel hediye." Utandım nedense. Daha önce kimse bana böyle bir hediye vermemişti. Genelde hediye diye verdikleri şeyler maddi değerleri yüksek, gösterişli şeyler olurdu. Ama hiçbiri kalbimi bu kadar ısıtmazdı.

"Ona çok iyi bak, olur mu? Çabucak çiçek açması gerekiyor..."

"Bakarım tabi, bakarım... Da... Neden çabucak çiçek açmalıymış?"

silent voice Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin