soluyor bahar

178 23 78
                                    

Öğrendiğim gerçekten beri her ne kadar evimin duvarlarını yıka yıka ağlasam da, Jimin'in yanında güçlü durmam gerektiğini düşündüğüm için, asla ağlamıyor; hatta bolca gülümsüyordum.

Normalde pek gülümsemeyen ben, bu durumda çok gülümseyip moral verici şeyler dediğim için garip görünüyor muydum bilmiyorum. Jimin gülüşlerimin sahte olduğunu anlıyormuş da bir şey demiyormuş gibi hissediyordum.

Jimin, bu hastalıkla 20 yaşından beri, kanserle, savaşıyormuş. Başta iyi huylu(?) sandıklarından, her şey güzel gidiyormuş. Fakat son zamanlarda kanser hücresi kötü huylu olmakla beraber, tedavileri de hiç yanıt vermiyormuş. Geçmişte saçma sapan doktorlarla da vakit kaybetmişler, iyi bir doktor buldukları zaman da her şey için geç olduğunu söylemeden belirtmişler.

Gün batımını izledikten sonra, akşam olmadan yanımdan ayrılma sebebi de hastaneye gitmesinden kaynaklanıyormuş. Hiç anlamadığım için çok kızdım kendime. Hep yarım kollu tişörtler giymesinin, kısa kollu giyince de üzerine hırka giymesinin, sebebinin vücudundaki iğne izlerini görmemem için olduğunu da sonradan anlamıştım. Ölümden kaçtığını öğrenmemem için çok çabalamış olmalıydı; ama öğrenmiştim.

Jimin, yaşamayı seviyordu, yaşamak için çırpınıyordu. Buna rağmen hastalığının onu böyle bitirmesi hiç adil değildi. Neden Jimin mesela? Neden ben değilim? Kendi ömrümü onun ömrüne katamıyor olmak çok sinir bozucu. O nefessiz kalırken ben nefes mi alacaktım yani? Adalet bu işin neresindeydi?

Ben dalgalanan denize bakıp düşüncelere dalmışken dizime dokunan parmaklar dikkatimi Jimin'e vermemi sağlamıştı.

"Havalar artık soğuyor, ama biz... Kar yağsa bile buraya gelelim mi?"

Gülümsedim. Çok masum bir istekti bu. Gökten ateş yağsa bile ben bu teklifine hayır demezdim.

"Gelelim tabi, hem kışın burası daha güzel oluyor. Tabi sıkı giyinmek zorundasın."

"Zaten sıkı giyinmezsem hemen hasta oluyorum," deyip güldü. Bünyesi çok zayıftı ve en ufak bir esintide üşütebiliyordu. Çok kırılgandı gerçekten, kıyamıyordum ona.

"Hasta olursan çok korkunç bir adama dönüşürüm!" deyip sahte bir sinirle kaşlarımı çattım.

"Lütfen beni öldürme hyung!" dediğinde kolundan tutup onu kendime çektim. Onu tek kolumun altına alırken saçlarına ufak bir öpücük bıraktım. İç çekip manzarayı izlemeye devam etti. Bir elini dizimin üzerine koyup minik parmakları ile daireler çizmeye başladı.

Güzel kokusu içime sinerken tam şu an ölmek istedim. Onun kokusuyla sarmalanmış bedenim tir tir titrerken ben Jimin'in en dibinde can vermek istedim.

Çok bencilim. O yaşamak için çırpınırken ben ölmek istiyordum. Bu adil değildi. Jimin'in ölümle savaşması adil değildi. Bu minik bedeni ölüm kadar kötü bir şeyi kaldıramazdı. Her ne kadar iyileşeceği konusunda umutlu olsam da test sonuçlarına baktıkça içimdeki umut azalıyordu. İstemiyordum azalmasını ama gördüğüm gerçekler beni mahvediyordu. Tıp konusunda bilgim olduğundan, daha iyi anlıyor ve daha çok üzülüyordum. Jimin böyle bir şey yaşamayı hak etmiyordu. Onun kalıp yapması gereken bir sürü şey vardı. Bu kadar erken veda edemezdi hayata.

Elimle saçlarını okşamaya başladım. Bunu yapmayı çok seviyordum. O da bunu yapmamı seviyordu. Gözlerini kapatıyor, hafifçe gülümsüyordu. Saçları çok yumuşaktı ve parmak uçlarım onun güzel sarı saçları arasında dolaşmayı çok seviyordu.

Birkaç kez daha okşadığımda ensesinden bir-iki tutam saçın düştüğünü görünce kaşlarımı çattım, aynı zamanda ellerim de durmuştu. Korkakça elimi saçları arasından çektim. Parmaklarımın arasına dolanmış bir sürü saç teli çenemin titremesine sebep olmuştu. Havada kalmış elimden birkaç tel tekrar kafasının üzerine düştü. Kalbim göğüs kafesimden taşıyordu sanki. Kullandığı ilaçların böyle bir etkisi vardı evet ama bunu görmeye hazır değildim. Hayran kaldığım, güneşin parıltısını taşıyan o sarı saçlarının dökülmesine hazır değildim. Nasıl olabilirdim ki?

silent voice Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin