Kasım ayına girmiştik. Sokaklar sararmış yapraklarla doluydu. Jimin dışarı çıktığımız zaman yerdeki yaprakların üzerinde zıplayıp duruyordu. O duyamıyordu ama yaprakların çıkardığı çatırtı sesleri çok güzeldi. Tabi onun bu sevimli halleri bile benim kalbimi kırıyordu, çünkü:
Jimin, ölüyordu.
Gözlerimin önünde, dalından düşen yapraklar gibi soluyordu. Elimden bir şey gelmiyordu. Bunu engelleyemiyordum. Onu elimde tutamıyordum, kayıp gidiyordu. Sanki herkes onun ölümüne hazırlanıyor gibiydi. Ben nasıl yapabilirdim bunu? Jimin'in ölümüne nasıl hazırlıklı olabilirdim?
Onu her gün görüyordum, her gün daha fazla seviyordum.
Bir aydan uzun süredir işe gitmiyordum. Kendi kendime izin vermiştim diyebilirim. Zaten para sıkıntım yoktu, o yüzden zamanımı Jimin'e bol bol ayırabilirdim.
Sadece ben... Güçlü kalamıyordum. Ağlamalarıma engel olamıyor, içim yansa da üşüyüp duruyordum. Jimin her zamanki gibiydi, neşeliydi çoğu zaman. Sevgi doluydu. Sessizdi. Hareketleri bile sessizdi.
Bense... Bense sanki göğsümde bir fırtına birikiyor gibi hissediyordum. Jimin'in bütün o sessizlikleri yüzünden, göğsümde bir fırtına birikiyor. Kasıp kavuruyor her bir yanımı. Oradan oraya savuruyor cılız ruhumu. Bir şey yapamıyorum.
Jimin yaşamak istiyor, yaşayamıyor.
Anlamıyorum sanıyor ama herkesten iyi anlıyorum onu. Ne kadar acı çektiğini, gözlerine bakınca görebiliyorum. Ölmek istemiyorum diye bağırıyor gözleri. Sonra gülümsüyor, bugün hava çok güzelmiş diyor bana. Kahroluyorum.
Çok yalvardım tanrıya, Jimin'i benden almasın diye. Ben yalvardıkça hastalığı daha da kötüleşti. Ben yalvardıkça ten rengi daha da soldu. Öpmeye kıyamadığım dudakları daha da kurudu. Jimin'in dalından kopmasına az kalmıştı, hissediyordum. Böyle hissettiğim için de kendimden nefret ediyordum. Onun ölümüne bu şekilde şahit olduğum için kendimi asla affetmeyecektim. Onu kurtaramadığım için hep kendimi suçlayacaktım.
Arkasını dönüp bana baktı. Gözleri önüne kaymış turuncu beresini geriye doğru çekip gözlerini açtı. Montunun üzerine düşmüş sarı tutamları görünce dişlerimi sıktım.
"Hyung, bankın üstünde kedi var!"
Banka doğru baktım. Beyaz bir kedi banka oturmuştu. "Ne yapacağız? Başka bir yere mi gitsek?" Kedilere alerjisi olduğunu bildiğimden, başka bir yere gitmemiz gerekiyordu sanırım. Gidip kediyi banktan kovmama izin vermezdi çünkü.
Dudaklarını büzüp başını eğdi. Yanına gidip çenesine dokundum ve bana bakmasını sağladım. "Büzme öyle dudaklarını... Gel istersen kumların üstüne oturalım, ceketimi sererim altımıza." Gözleri parladı bir an. Öpesim geldi soğuktan kızarmış burnunu.
"Gerçekten mi?" Başımı salladım aşağı yukarı.
Biz oturduk oturmasına da, bizi gören yaramaz kedi kalktı yanımıza geldi. Jimin'e her ne kadar yaklaşma dediysem de beni dinlemedi, kediyi kucağına alıp bol bol sevdi. Fotoğraflarını çekti. Biz eve dönüp alerji ilaçlarını alana kadar da yol boyunca hapşırdı ve gözlerinden yaş aktı. Beni endişelendirdiği yetmiyormuş gibi gülüp duruyordu bir de bana. Çok komikmişim, hah.
***
Taehyung'u Jimin'lerin bahçesinde oturmuş ağlarken gördüm. Yanına oturdum. Ne için ağladığını bildiğimden sormadım bir şey.
"Ne yapacağız böyle?"
Cevap vermedim. Nefesim kesilmiş gibiydi.
"Yoongi hyung... Ben Jimin'i ailem gibi görüyorum. Kimsesiz kalırım o ölürse..." Jimin'in olmadığı günleri düşünmek istemiyordum ama kafamın içindeki sesler bir türlü gitmiyordu. Şimdiyse Taehyung'un bu hali, bana düşünecek yeni şeyler vermişti.
![](https://img.wattpad.com/cover/301816740-288-k613294.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
silent voice
FanficPark Jimin aşık olduğu adamın gülüşünün sesini hiçbir zaman duyamadı.