Arkadaşlar şarkı önerisi yazdığım konuya uymuyor diye yapamıyorum fakat sizin bildiğiniz varsa profilden yazabilirsiniz bir sonraki bölümde eklerim şarkıyı. Bende araştıracağım 5.bölümü heyecanla bekliyorum her şey değişecek 5.bölüm ve sonrasında. Şimdilik keyifli okumalar dilerim...Zaman geçti tohum büyüyüp serpildi. Küçük tohum önce filiz sonra da kocaman bir çınar olmuştu. Güçlüydü... Dayanıklıydı... Önünde upuzun bir ömür vardı... Canavarlar onun dallarını kırdı. Sözde sevgi diye nitelendirdikleri bu anlamsız bağı çınarın üstüne bıçak yaralarıyla mühürlediler. Ama çınar devrilmedi. Ama çınar yıkılmadı da. Çünkü o çınar ağacıydı ,kocamandı, içindeki büyülü güç onu öylesine dimdik tutuyordu ki. Asla yıkılmıyordu...
Günler birbirini kovaladı ve artık geziye gideceğimiz gün gelmişti. Dün giyeceğim her şeyi ve sırt çantamı ayarlamıştım, sabah büyük bir itinayla hazırlanıp bahçeye indim ve bizi bekleyen servislerin birine yerleştim. Siyah bir badi, mavi kot bir pantolon ve siyah botlarımı giymiştim.
Şoför Niyazi amcanın "Herkes yerleştiğine göre artık yola çıkabiliriz." demesiyle ilerledik ve kırk dakikalık bir yolculuk sonrası müzeye vardık. Müzenin içine girdiğimizde rehber hiç durmaksızın bize tarihi eserleri tanıttı.
Konuşmaların hiç birini duyamıyor, odaklanamıyordum adeta. Yine başıma bela almamak için bin bir çaba sarf ediyordum fakat olmuyordu. Bir yerde bir şey beni sanki çağırıyor gibiydi. Kısık bir fısıltı belkide kafamda uydurduğum saçma sapan bir şey. Birkaç dakikalığına grupdan ayrılsam bir şey olmazdı bence.
Müzenin sağ tarafında olan bir girişten içeri girdim ve etrafı gözlemledim. Dönemini bilmediğim fakat milyonlarca yıl önceden kalma olduğu her halinden anlaşılan bir vazo, paslanmış ve temizlenmesine rağmen üstünde hala minik minik toprak tanelerinin olduğu bakır renk bir güğüm vardı.
Etrafımda dönüp dönüp odadaki bütün eserleri inceledim. Camdaki pankartlarda kısa ama açıklayıcı yazılarla eserler hakkında bilgi verilmişti. Eski müze pek de büyük sayılmazdı fakat içindeki eserler oldukça fazlaydı. İnanılmaz eser fazlalığından tam anlamıyla geçecek yer yoktu diyebilirim. Cam çerçeve içinde olmayan eserleri düşüşürmemeye dikkat ederek yavaşça ilerledim. Odada benim haricimde sadece iki kişi vardı onlar da o kadar umursamaz görünüyorlar ki beni fark etmediler bile.
Odanın her köşesini gezip eksikliliğimin hissedilmesi için tekrar okul grubuna katılmaya karar verdim. Çıkış ve giriş kapısı aynı kapıydı tam o esnada şaşkınlıktan dilimi yutacaktım neredeyse. Girdiğim odanın kapısının hemen çaprazında bir kapı daha bulunuyordu ama içeri girerken onu fark etmemiştim işin ilginç yanı kapı tıpkı beden dersinde gördüğüm kapıydı. Rüya mı görüyordum?
Kapıya yaklaştım ve içeriye girmek için atıldım. Kapının kulpunu döndürdüm ve kütüphane yine aynı pejmürdeliğiyle beni selamladı. Buraya ikinci defa geldiğim için hiç yabancılık çekmiyor gibiydim. Korku dahi yoktu içimde. Salonun tam ortasına ilerledim. Ve masanın önünde durdum parşömen kağıt ve mürekkep hala olduğu yerdeydi. Geçen sefer ismimi yazdığımda resimler belirmişti. Bu seferde ismimi yazsam yine bir şeyler olur muydu?
Denemten zarar gelmez diyerek parşömen kağıda özenle ismimi yazdım.
Deniz...
Bu sefer herhangi bir soğukluk veya sarsılma hissetmedim, korkularımı yenince sanki sesleride bastırmayı başarmıştım. Fakat ismimi yazmamın hemen peşi sıra tam ismimin altında yazılar belirmeye başladı. "Rafların birinde bekliyor seni..."
Bu da ne? Ya devamı... Yirmi yedi harf, on bir hece, üç kelime ve tek cümle. Bana ne yararı dokunabilir ki? Üstelik bu kadar rafın arasında nasıl bulucağım beni bekleyen şeyi? Bir dakika. Beni bekleyen şey neydi?
Bu iyi bir şey olabilirdi fakat kötü olmadığı ne malum. Korkmadığımı, cesur olduğumu sanıyordum fakat vücudumda karıncalanmalar oluyordu. Korku tüm bedenime kadar işliyordu. Koşarak kapıya doğru ilerledim ve açmaya çalıştım.
Açılmıyordu. Kapı açılmıyordu... Sıkışmış gibiydi ya da bulmam gereken şeyi bulmadıkça açılmayacaktı. Tek başıma olduğum için daha da gerildim kapıyı defalarca zorlamama rağmen inatçı bir keçi gibi olduğu yerde sabitlenmişti. Bir kez daha zorladığımda kokudan buz kesilmiş ellerim kaydı ve yere yığıldım.
Dizlerimi kendime doğru çektim ve kollarımla sardım başımı kollarımın arasına alıp öylece bekledim. Savunmasızdım... Ama düşünmek zorundaydım bu kütüphane geçen sefer ben girip çıktıktan sonra ortadan kaybolmuştu. Bir sonraki beden dersinde bakmak istediğimde yerinde yoktu çünkü . Ve şimdi de ortadan yok olursa buradan nasıl çıkacaktım?
Pekala eğer küçük bir kızın kafasına saksı yemesini engellediysem, ağacı kökünden söktüysem, o iki resmi çözüp bağdaştırdıysam. Bulmam gerekeni de bulabilirim. Bacaklarımı bağdaj yaptım ve oturur vaziyette gözlerimi kapattım. Gözlerim karanlıkla buluştuğunda hala korkuyordum ama cesur olmalıydım.
Telapatik bir bağ kurmalıydım. Dengesizliği yıkıp dengeyi sağlamalı ve bir an önce burdan çıkmalıydım. Gözümün önünde bir kitabı hayal ettim, bulucağım şey her neyse üçüncü resim olabilirdi denemekten başka çarem yoktu. Filmlerden gördüğüm kadarıyla kafamda bir kitap canlandı. Gözümün önündeydi, evet ama asla tasvir edemiyorum. Uğultular başladı o kadar yüksek ve karmaşıktı ki. Dengem tekrar bozulacak gibi oluyordu. Derin bir nefes alıp üçe kadar saydım ve tekrar odaklandım.
1...
2...
3...Karmaşık uğultular bir anda kesildi. Gülümsedim. Uğultu fısıltıya dönüştü o kadar kısıktı ki fakat ses artık sadece bir uğultudan ibaret değildi. Sesi duyma isteğim artıkça ses yükseliyor gibiydi. Yüksel, yüksel ve yükseldi...
Fısıltı diyordu ki "İlerle ve gör. Hayal et ve gör. Düşün ve gör. Önünde ama görmüyorsun. Yeterince hayal etmiyorsun. Aradığın şeyi bulunca değişecek dünyan. Hayal et ve gör, hayal et ve bul" yaşlı bir erkek sesi gibiydi esrarengiz bir tondu.
Devamı, devamı neydi, ses sustu fısıltı gitti etraf tekrar ölüm sessizliğine büründü. Hayal et diyordu. Gözümü açtım, çevremde hiçbir değişiklik yoktu yine aynı yerdeydim bu sefer gözlerimi kapatmayıp hayal ettim. Artık gözümü bile kırpmıyordum. Gözüm yaşarıyor etraf bulanıklaşıyordu. Kitabı düşündüm parşömen kağıdı ve üçüncü resmi düşündüm. Daha fazla dayanamayacağımı sanmıyordum ki bir gürültü koptu bir şey düşmüştü arkamı döndüm ve raflara baktım sağdan sola, soldan sağa, aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya ve evet. Tam karşımdaki rafların önünde, yerde kitap bulunuyordu. Koşarak kitaba yaklaştım içerisinin havasızlığından nefes almam gittikçe güçleşiyordu. Defalarca öksürdüm. Önümdeki kitaba baktım. Çok eskiydi. Kitaba doğru elimi uzattım ve aldım. Normal bir kağıt boyutundan biraz daha büyüktü oldukça ağır ve hacimliydi. Simsiyah eski bir kitap bulunuyordu ellerimde. Eski ve tozluydu. Tozlardan dolayı üstünde ne yazdığını göremiyorum. Tozları silmeye yeltendiğimde parmağımı dokunmamla tozların ortadan kaybolması bir oldu. Hayret içinde kitabı inceliyorum.
Türkçe yazmıyordu fakat benim aşikar olduğum bir dildi sanki daha önce hiç görmediğim ama adım gibi bildiğim bir dil. Okumaya çalıştım...
Büyülü Sırlar Kitabı... Büyülü Sırlar Kitabı mı bu da neydi şimdi? Kitabın içini açtım. Kapağı aralamak zor oldu. Bu kitap yüzyıllar önce yazılmış gibiydi. Nihayet kitabı açtığımda her yer gözümü kamaştıran ışıklarla doldu. Ben ne yapmıştım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİER (Tamamlandı)
FantasySu kadar berrak, dalga kadar dengesiz, kumsal kadar huzurlu ve deniz kadar sonsuz" yazıyormuş. Deniz... Ben Deniz.