1. Bölüm

2.8K 112 57
                                    

Sultanahmet Camisi'nin hünkâr kasrındaki bahçesinde bulunan çoğu kişi az sonra cennete doğru uçacaktı, ama içlerinden hiçbiri bunun farkında değildi.

Kuşlar bu göçten, Altın Boynuz'un arsız kedilerinden kendilerini her daim kolladıkları gibi kaçınacak, ancak kimse, 'Kuşlar neden cennete uçmak istemez?' diye başta irdelemeyecekti.

Tarihi Yarımada bir tarihi güne daha tanıklık edecek, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u yine bir çağı kapatıp yeni bir çağ başlatacaktı.

İki yıl önce güvenlik olarak işe başlayan Rüya yoğunlaşan kalabalığa baktı.

İbadet ve cami ziyareti için dünyanın dört bir yanından akın akın insan geliyordu Sultanahmet Camisi'ne. Her gün bir önceki günden daha kalabalık oluyordu sanki.

Hazırlıksız gelen ziyaretçi ve turistlere kurallar gereği başörtüsü ve etek dağıtılan kabinin önünde iğne atsan yere düşmezdi. Ruhani değerlerini kabartmış bu kalabalıktan faydalanma ahlaksızlığını gösteren huşu bilmez cepçiler de genelde ya burayı ya da cami kapısını mesken tutarlardı.

Rüya, buralarda itiş kakış ya da gereğinden fazla yakınlaşma görürse müdahale ediyordu.

Tüm gün ayaktaydı Rüya. Beli ağrıyor, topuk dikeni acıyordu, ama bunlar dışında, canını asıl sıkan şey başkaydı.

Evlatlarının babası, kaçarak evlendiği, uğruna okulu bıraktığı adam tarafından aldatılmıştı.

Asitli, iç yakan bir şeydi aldatılmak; hazımsızlığı kalpte başlıyor, mideye iniyor, reflü gibi can sıkan bir soruna dönüşüyor, tekrar mideden kalbe vurup bir çürüğün sedef gibi parlak bir dişi kirletip oyduğu gibi oyup çürütüyordu orayı.

Bir konuşmalarında, "Farkında olmasan hiç böyle olmayacaktı," demişti yeğeni Işıl.

"Ne?"

"Sade diyor ki: Eşe karşı işlenen günah, eğer eşi üzmeden, incitmeden, incelikle işleniyor ve gizleniyorsa neden eşinin huzur ve mutluluğunu kaçırsın ki? Bilakis bu bir erdemdir."

Rüya Sade'yi tanımazdı.

"Kim?"

"Marquis de Sade, yazar, filozof ve kimine göre de ağır bir..."

"Öf! Kafam bi dünya zaten. Ne diyorsun şimdi sen? Yerim seni bak."

"Yani enişte bey..."

"Bey deme şuna! Enişte de deme."

"Karda yürüyüp izini belli etmeseydi, senin için sorun olur muydu?"

'Olmazdı tabii,' diye düşünmüştü Rüya. Bilmiyorsa öyle bir şey de onun için yok demekti.

Hatta şunu da düşünmüştü: Yalnız kendi bilseydi. Bildiğini kocası bile bilmeseydi. Arkadaşları, kardeşleri, çocukları bilmeseydi. Görüp, anlayıp kendine saklasaydı bu ihaneti. Sineye çekip katlanabilir miydi?

'Başta belki, peki ya sonra?'

Kocası, o kadının yanından gelecek ve yine o kadının yanına gidecekti. Her geç kaldığında, dışarıdan gelip şampuan koktuğunda, telefonuna gelen mesajları sakladığında, en mahrem anlarında o kadının da onlarla birlikte olduğunu aklından çıkaramadığında... İşte o an, bir zamanlar bu adamla sevişerek evlendiklerini, aşkı uğruna ana baba sözü dinlemediğini, geleceğinden vazgeçip okulu bıraktığını anımsayacaktı.

İki yol vardı: Ya kocası o kadınla olan tüm ilişkisine bir son verecekti ve eskisi gibi devam edeceklerdi - ki Rüya buna çocukları için katlanacaktı - ya da kocasından boşanacaktı.

Cennette de Kütüphane Var mı?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin