3. Bölüm

493 49 32
                                    

Sultanahmet olayının dünyadaki yankısı büyük olmuştu. Başta, Orson Welles'in 1938'de radyodan yaptığı uzaylı istilası şakasının bir benzeri olarak görülse de bir ay gibi kısa bir sürede insanlar dünyada hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olmayacağını anlayıp kabullenmişti.

Olay anını görüntüleyen güvenlik kameralarının kayıtlarını ve insanların cep telefonlarıyla çekip internete koydukları videoları işin uzmanları titizlikle incelemiş, hiçbir bilgisayar efekti olmadığını, görüntülerin gerçek olduğunu raporlamışlardı.

Vatikan da işi ciddiye almıştı, çünkü olay bir camide gerçekleşmişti. Cami bahçesindeki her inançtan yüzlerce insanın hiçbir ayrım yapılmadan cennete doğru uçtuğu iddiası önlenemez bir çığ gibi büyümüştü. On binler dalga dalga Müslüman oluyordu.

Araştırmacılar ve din adamları böyle bir olayın Türkiye'de olmasının altında derin nedenler arıyordu. İddialara göre Hz. Muhammed'in baba atalarının soyu Hz. İsmail'e dayanmaktaydı. Hz. İsmail'in dedesi, yani Hz. İbrahim'in babasının adının Azer olduğu En'am 74. ayette geçiyordu. Kimilerine göre Azer, Azerbaycanlıları kapsayan Türk boyuna mensuptu, kimilerine göre de Sümerlilerin bir üyesiydi. Sümerlilerin de Türklükle ilişkisi birçok Sümerolog tarafından kabul gören bir gerçekti.

Tüm bu veriler kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak için başvuranların sayısı bir milyonu geçmişti.

Olayın gerçekliği doğrultusunda ikna olmayan kalmayınca cennet tartışmaları başlamıştı. Dört büyük inancın cennet anlayışı farklıydı.

Eski Ahit'te cennet ya da cehennem gibi bir açıklama yoktu. Beden Şeol adlı çukura gidiyordu. Bu, aşağıya iniş demekti ve Sultanahmet'te yaşanılanın tam tersiydi.

Hristiyanlıkta ve Müslümanlıkta cennete girmenin genel koşulu aynıyken özelde farklılıklar olsa da iki dinde de benzer bir cennet tasviri vardı. İnananların ve iyi birer insan olanların mükâfatlandırılacağı bir gökyüzü bahçesiydi cennet.

Budizm işlerin karıştığı düğüm noktasıydı. Onda mutlak son yoktu. Her olay bir başlangıcı tetikliyordu. Zamanın ve varlığın sonu yoktu. Sadece değişim vardı.

Kıyamet gibi bir değişim olgusu, inançların ortak noktasıydı. Yunanca "örtüyü kaldırmak" anlamına gelen kıyamet; aydınlanmayı, barışı ve yaklaşan hesaplaşmayı müjdeliyordu.

Kim ne derse desin, olan bu olay çoğu insana göre ulvi bir kutsallık içeriyordu.

Dünyayı sarsan bu olaydan tam iki hafta sonra İtalya'nın kuzeyindeki bir çocuk hastanesinin çatısında güneşlenen dokuz çocuk hasta ve üç hemşire ile bir hastabakıcı birdenbire havalanıp uçtuğunda beyaz sabahlıkları ve üniformaları ile birer melek gibi görünmüşlerdi.

Vatikan'ın duaları kabul olmuştu âdeta. Şükür orucu tutuldu. Ayinler düzenlendi. Dualar edildi. Uçan çocuklar, hemşireler ve hastabakıcı aziz ilan edildiler.

Hastabakıcının kırk beş yıllık karısı Maria, bu işe oldukça şaşırmıştı. Kumarbaz kocası Antonio'nun cehennemde yanacağını düşünürken adam bir de aziz oluvermişti. Büyük oğlu, annesine bu işe fazla kafa yormamasını tembihlemişti. Büyük bir haç alıp odasındaki yatağın başucuna asmışlar, onun altına Hz. Meryem ve bebek İsa heykelleri koymuşlardı. Ziyaretçilere satmak için mumlar ve Antonio'ya pek benzemese de seramikten tasvirler hazırlamışlardı. İtalya çocuklarına ağlarken, kısa sürede bir servete kavuşan Maria ve oğulları Aziz Antonio'nun sağladığı bereket için şükrediyordu.

Aslında ağırlıksızlaşma bu aileye iki kez tesadüf etmişti. Antonio'nun büyük oğlu Luca iş için – ülkesinden Türkiye'ye mozzarella ihraç ediyordu – İstanbul'da olduğu zaman ilk ağırlıksızlaşmaya o da yakalanmıştı. Ancak cennet iddiaları süregeldiğinde, o an cennete uçmamak için olanca gücüyle direndiği ve bir Müslüman kadının da cennete gitmesini engellediği için aforoza uğrama endişesiyle susmuştu. Tanrı biliyor ya kim ne derse desin hiç imrenmemişti cennete uçanlara. Çünkü o anın korkunçluğunu ömrü boyunca unutamayacaktı.

Cennette de Kütüphane Var mı?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin