15. Bölüm

399 33 25
                                    


Rüzgâr dursun, hiç olmazsa hız kessin diye bekler fırtınaya yakalananlar. Açık denizde fırtına ummasa da denizciler yelkenlerini şişirecek rüzgârlara minnet duyarlar. Gözle görülür etkiye sahip gözle görülmez bu hava yaramazı varlığı da yokluğu da bir başka dert olan bir delice dost gibidir. İstenmeyen işlere yol açarsa uzak durulması gereken bir illet, ihtiyaca hizmet ederse yolu gözlenendir.

Rüzgâr o an, tam parkın çıkışında, Işıl'ın beklediği bir dost gibi, tıpkı yıllar önce annesini kaybettiği o akşamki gibi fısıldadı yüzüne eserek.

"Dön ve geriye bak. Pes etme."

Altı yıl önce Ramazan'ın son on gününün ilk cuma akşamında hastaneden babası geldiğinde Işıl halasıyla evdeydi. Sıcak, yapış yapış bir temmuz akşamıydı. Sıkıntı ve yorgunluktan yüzü kaşık kadar kalan babası, susuz kalmış bir menekşe gibi boynunu bükmüştü. Terin ve gözyaşlarının ağırlaştırdığı bakışlarını yerden kaldıramadan kızına sarılmıştı. Bu sarılışın ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu Işıl. Kuzini Berra, "Dua ölüme çare etmezmiş," demişti. Olur muydu öyle şey? İtirazsız, hemen kabul edemeyeceği bir şeydi bu. Dua en kudretliye açılan bir kapı ise hiç karşılık bulmadan öylece buhar olup uçar mıydı? Çok ince hesaba girilirse bu tanrıya hakaret bile sayılırdı. Oysa Berra Işıl'ı acı gerçeğe hazırlamak niyetindeydi. Belki, kendi annesi ölüm döşeğindeyken biri de aynı şeyi ona söylemişti. Bir bildiği vardı.

Eliyle ağzını örten halası bir tarafa çökmüş, babası kızının yanındaki koltuğa çelimsiz bir çocuk gibi ilişmişti.

Işıl ağlıyordu. Yine burnu kızarmıştı. Aklına ensesini yakan saçları gelmişti.

'Ne alaka şimdi?'

Onları kestirse rahat ederdi.

Gözyaşları tane tane akıyordu. Hem sıcaktan hem de aylardır aktığından kurumamıştı ya henüz, hayret!

Saçlarını kendi toplayamıyordu. Tarağı bile zor vuruyordu saçına. Annesinin ona yaptığı gibi akşamdan gazeteye saracaktı da sabaha buklelerle uyanacaktı ha? Zaten iyice seyrelmişlerdi de.

'Evet, en iyisi kestirmek...'

Burnu akmaya başlamıştı. Elindeki peçeteyle burnunu silip yeni bir peçete aldı. Ölüm nasıl ağır ağır, göstere göstere gelmişse, gözyaşları da öyle iniyordu.

Kapı çalmış, hiç susmamıştı o akşam. Sonunda açık bırakılmıştı. Duyan gelmişti, girmişti içeriye ve günler boyu gelmeye devam edeceklerdi. Börek, yaprak sarma, çay, şeker getireceklerdi. Baş sağlığı dileyeceklerdi.

Ağlamıştı.

Ağlaşmışlardı.

Bu acı haberi herkes bekliyordu, ama hiç beklemiyormuş gibi üzülüyorlardı.

Salon, ev dolup taşmıştı. Oysa o, annesinin yalnız olduğunu düşünmüştü o an. Hepsi, tüm tanıdıklar buradaydı ve o orada yalnızdı. Düşündükçe boğazında bir şeyler düğümleniyordu. Her zaman herkesin yanında olan, tüm sevdiklerine destek çıkan annesini yalnız bırakmışlardı. Onu seven herkes evdeydi. Evdeydi çünkü herkes çok iyi biliyordu ki Leman öyle isterdi. Biriciğinin yanında olunsun.

Bir ev dolusu insan ağzını açıp tek bir kelime edemiyordu. Üzerlerine çöken ağırlıkla hareket dahi edemiyorlardı neredeyse.

Hıçkırık... Gözyaşı... Bağra basılan eller...

Çivi çiviyi söker hesabı terin tuzladığı şakaklar gözyaşları ile yıkanıyordu.

Leman'a ağlıyorlardı.

Cennette de Kütüphane Var mı?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin