Bölüm 92

282 61 19
                                    

Xuan Ji, gördüğü her şeyin Chiyuan'ın sıcaklığından kaynaklanan bir halüsinasyon olup olmadığını bilmiyordu. Aklı karışmıştı. Aniden, Kuzey Topraklarında küçükken öğrendiği bir türkünün uzaktan gelen yankılarını duyduğunu zannetti.

Neden birden bire aklına gelmişti? Anlayamıyordu. Belki de bu melodi eve dönme arzusu taşıdığı için... Ölümlülerin hayatı kararsız, doğudan batıya yavaşça yüzen bir yosun gibiydi. Böyle yürek parçalayıcı rüyaları neden görüyorlardı?

Chiyuan'ın ateşinde boğulan külleri kimse rahatsız edemezdi, kimse Kuzey Topraklarındaki buzun tek bir parçasını eritemezdi.

Başı kesilmiş bir sinek gibi, Xuan Ji sadece kaderini kabul edebilirdi; sahte bir kehanetin rehberliğinde onu kurtaracak ve düşmanlığı bitirecek birini bekledi.

Birden kendini şımarık bir çocuk gibi hissetti.

"Vermilyonun son torunu", "Türünün tek örneği", "Cennetsel Şeytan Kılıcı"... Bunları o kadar çok duyuyordu ki, özel biri olduğuna inanmıştı. Olayların gidişatını etkileyebileceğini, her şeyi değiştirebileceğini sanmıştı.

Ta ki Sheng Lingyuan yüksek bir uçurumdan kendini atana kadar. O ana kadar, bir gün Chiyuan'ın alevinin söneceğini, dünyaya barış geleceğini, sevdiğini tekrar göreceğini hayal ederek yaşıyordu.

Neye uğradığını şaşırmıştı. Sonsuz kere onu yakalamaya çalıştı ama elleri her zaman Sheng Lingyuan'ın parçalanan bedeninin içinden geçip gidiyordu.

Vermilyonun kemiklerine karışan bir avuç metal parçası, Sheng Lingyuan'ın boş ve kömürleşmiş göğsünden dökülene kadar. İşte o zaman Xuan Ji bu dünyaya geri dönebildi.

İki eliyle, gece gündüz hasretini duyduğu kişinin cesedini tuttu. Kendi hayatını onunkiyle takas eden bu adam artık yoktu, ardında sadece küller bırakmıştı.

Xuan Ji, Sheng Lingyuan'dan geriye kalanları nazikçe topladı. Kendini kapatıp kültivasyona döndü.

Sonra Chiyuan'ın alevleri söndüğünde dışarı çıktı. Bir zamanlar birlikte yürüdükleri yollarda yürüdü, daha önce görmedikleri yerleri Lingyuan'a gösterebilmeyi hayal etti.

Umutsuzca özlemini duyduğu şeye sonunda kavuşmuştu: Artık Lingyuan'ın duyularına güvenmeden, dünyanın sıcağını ve soğuğunu hissedebiliyordu.

Savaş sona erdiğinden beri Orta Ovaların nüfusu hızla artmıştı. Kötülükleri hızlıca ve canice ortadan kaldıran Lingyuan, gelecek nesiller için sağlam bir temel oluşturmuştu.

Prens Ning'in oğlu onun tek halefiydi. Bir gün Xuan Ji, Duling Sarayını ziyaret etti. Yeni hükümdarı görmek istedi. Ne yazık ki genç adam Sheng ailesinden birine benzemiyordu. Narin ve yakışıklı yüz hatları, Dongchuan Şamanlarıyla olan akrabalığını gösteriyordu.

Chiyuan'ın alevleri söndükten sonra, diğer insansı ırklar da insanlara karışmıştı. Barış ve huzur içinde yaşadılar, çalıştılar.

Yüce Dağlıların torunları arasında pek çok zanaatkar vardı; Orta Ovalılar şifalı bitkilerde uzmandı ve bir çok ünlü şifacı yetiştirdiler.

Onların tam tersine Gölgelerin soyundan gelenlerin çoğu, diğer atalarının kabilelerine benzedikleri için zamanla ortadan kayboldular.

İblislere gelince, önde gelenleri gittikçe dünyadan silindi. Ya inzivaya çekildiler, ya da Qingping Bölüğüne katıldılar.

Bacalardan dumanlar tütüyor, tavuklar ve köpekler dünyanın efendileri gibi sokaklarda yürüyor ve köylüler yemek ve dinlenmek için tarlalardan evlerine dönüyorlardı. Yolların iki yanında uçsuz bucaksız tarlalar vardı. Yol tamir edilmişti ve geleni geçeni eksik olmazdı.

Drowning Sorrows in Raging Fire (Lie Huo Jiao Chou) by Priest Türkçe ÇeviriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin