BEYAZ NOKTA (8. BÖLÜM)

74 4 0
                                    

Kaburgalarımdaki kırıklar ruhumun derinliklerinde bir yerlerde ruhumun canına batarken çektiği ızdıraptan dolayı attığı çığlıkları kimseler duymuyordu. Canımın acısını umursamadan içimde yanan bu yangından kurtulmak için koşarken bacaklarımdan çekilen gücün hissettirdiği sızı beni daha kötü yapıyordu. Pimi çekilen otomatik bombanın sayılan saniyelerini duyabiliyordum. O bomba patlamadan benim buradan çıkmam gerekiyordu. İzbe ıssız bu yerden nasıl çıkacağımı bilememenin verdiği dehşetle gözlerimi irileştirmiş ve karanlıkta önümü görmeye çalışıyordum. Arkamdan gelenleri duyuyordum. Ayak sesleri hızla bana doğru yaklaşırken ondan kurtulamayacağımı bildiğim halde aciz bir şekilde koşmaya devam ediyordum.

İnsandık. Kurtulamayacağımızı bildiğimiz şeylerden bile kaçarken içimizde yeşeren umuda sığınmak daha kolay geliyordu. Başka insanların kaçtığı, umudun rengi olan mavi ışığa sığınmak bana göre daha kolaydı. İnsanların korktuğu şeyler bana daha kolay ama benim korktuğum şeyler insanlara daha kolay geliyordu.

Hepsi babam yüzündendi.

Birinin bana bağırma ihtimali yüzünden her an korku içinde karşımdaki insanla bir konuyu tartışmaktan her zaman korkmuşumdur. Ya da şakasına bile olsa birinin bana doğru elini uzattığını gördüğümde hemen savunmaya geçerek kendimi gelen darbeden korumaya çalışırdım. Alışkanlıklar asla değiştirilmiyordu. Neye nasıl alıştırılırsanız öyle devam ediyordu. Onu değiştirmeniz için ya geçmişinizi kendinizle beraber yakmanız gerekiyordu ya da kendinizi onunla beraber imha etmeniz gerekiyordu. İşte o bomba bunun için vardı.

Kendimi yakacaktım, geçmişimle beraber.

Bombanın patladığını duyduğum anda yerimde sıçrayarak uyandım. Vücudum titriyordu. Odaya yayılan aydınlıkla beraber güneşin içeri sızdığı odadaydım. Onun kokusuyla beraber onun yatağında yatıyordum. En son ben burada değildim, mutfakta olanlar ve Boran'la beraber kapının pervazında uyuyakalışımız yavaş yavaş aklıma gelmeye başlamıştı. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum, en son gün hafiften ağarmaya başlamıştı. Gözlerimin acıdığını hissettiğimde kafamı pervaza yaslamıştım ve öylece uyuyakalmışım.

Yataktan sırtımı kaldırdığımda ağrıyan belim ve bacaklarım sabaha kadar orada öylece durduğumu kanıtlar nitelikteydi. Derin bir nefes alıp ellerimle kolumu esnetmek için bedenimi gerdiğimde bileklerimde olan ağırlıklarla bir an duraksadım. Sargı içindeydiler. Muhtemelen bizi gören birisi ya da Boran'ın ta kendisi beni yatağa yatırdıktan sonra açık olan dikişlerimi görüp sarmışlardı.

Dikkatlice yataktan indim. Çıplak ayaklarım soğuk zeminle buluşurken bedenimdeki acıları yok saymaya çalışarak odadan çıktım. Merdivenin altındaki salondan da başka odalardan da beklediğimin aksine hiç ses yoktu. Kimseler yok muydu yoksa bir yere mi gitmişlerdi emin değildim. Ağrılarım yüzünden ağır ağır merdivenleri inerken dış kapının açılma sesiyle bakışlarım o yöne doğru kaydı. Han elindeki poşetlerle kapıdan içeri girip anahtarı askılığa asarken benim ona baktığımın farkında değildi. Poşetleri yavaşça yere bırakıp kafasını kaldırdığında göz göze geldik, bana sıcak bir gülümseme gönderdi. "Günaydın, erken uyanmışsın"

"Erken mi, saat kaç ki?" Bakışları şaşkınca açıldı. Kolundaki saati görüş alanına sokup kaşlarını çatarak birkaç saniye saati izledi ve bana döndü yeniden. "Saat sabah dokuz," Ağzından çıkan kelimelere şaşkınlıkla açılan dudaklarımla tepki verirken poşetleri alıp mutfağa doğru ilerlemişti. Merdivenlerde dikilip beklemek yerine bende onun peşi sıra ilerledim. Market alışverişi yaptığı poşetin içindekileri tek tek tezgaha yerleştirirken kalçamı tezgaha yaslayıp ne yaptığını izlemeye başladım. İnce parmakları tezgaha koyduğu malzemeleri özenle seçerken yüzündeki ciddiyet beni garip hissettirmişti. Bu kadar ufak bir şeyi yaparken bile b u kadar ciddi olması beni ciddiyetsiz biri gibi hissettirirken birden "Dolaptaki sütü verir misin?" demesiyle düşüncelerimden sıyrılmak zorunda kaldım. Hızlı olmaya çalışarak buzdolabından sütü alıp ona verdim. Büyük bir kaseye kırdığı yumurtaların üstüne sütü ekleyip çatalla çırpmaya başladı. Bu soğuk havada olsak bile giydiği kısa kollu tişörtüyle hiç de üşüyor gibi durmuyordu. İnce kolları çatalı her çırptığında kasılırken düz, hafif uzun saçları çırptığı yöne doğru sallanıyordu. "Yardım edeceğim bir şey var mı?" Öylece yanında dikilmek yerine ona yardım etmek fikri daha cazip gelmişti.

ÇOBAN YILDIZI +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin