Bölüm 6

773 30 8
                                    

Tarus Köyü, Arakas Dağı'nın zirvesinde kurulmuş, dört bir yanı ormanla çevrili, küçük ve şirin bir köydü. Uzaktan bakıldığında ağaçtan yapılmış evlerin bir birleri ile olan uyumları insanda hayranlık uyandırıyordu. Her ev kendisine ait çitle çevrili bahçenin bir ucuna, ahır ise diğer ucuna özenle yapılmıştı. Evlerin büyüklükleri ve biçimleri bir birlerinin aynı gibiydi. Sanki birileri özellikle böyle olmasını istemiş izlenimini uyandıran esrarengiz bir havası vardı.

İlk bakışta gizemli gibi görünen evlerin biçimleri aslında köye ilk yerleşenler tarafından ortaya konulan basit bir detaydı. Köydeki evlerin bir birlerine benzemesinin aslında çok da gizli olmayan bir anlamı olmalıydı. Belki biraz düşünülse bu sorunun cevabını herkesin kendiside verebilirdi herhalde. Bu köye yerleşmiş olan ilk beş aile bir birleri ile yardımlaşarak önce kendilerine uygun evler yapmışlar ve hemen ardından orman olmayan kısımlarda kalan tarla olmaya elverişli arazileri eşit olarak paylaşmışlardı. Böylece aileler arasında her hangi bir farklılık olmamasına özen göstermişlerdi. Zaten yaratıcıda insanların arasında maddiyata dayanan bir ayrımın yapılmadığını belirtmemiş miydi? İşte köyün ilk yerlileri de yaratıcının bu öğretisinden yola çıkarak yoksul-zengin ayrımı olmamasını istemişlerdi. Şimdilerde ise köyde 66 ev vardı ve her evin bacası da tütmekteydi.

Umut Ormanı'nın derinliklerinden doğup köyün az ilerisinden geçen küçük derenin, sularını dağın eteklerine aktarırken çıkardığı büyülü sesi duyan herkes "burada yaşayan köylülerdeki anlayış ve hoşgörünün kaynağı bu su" diye düşünmekten kendini alamazdı. Suyun akarken çıkardığı büyülü ses, eski yunan efsanelerinde sıkça vurgulanan sadece tanrılara özel olan ve tanrıların büyük bir keyifle dinledikleri dünyada eşi benzeri olmayan o müzik aletinin çıkardığı tarifsiz ama bir o kadar da hoş tınıları içeriyordu.

Köyü çevreleyen ormanlık alan uzaktan öylesine kasvetli görünüyordu ki bilmeyen birisi girse hem korkar hem de kısa zamanda ağaçların arasında kaybolur ve bir daha da yolunu bulamazdı. Ama köyün çocukları zamanlarının büyük bölümünü bu ormanın köye yakın kısımlarında geçirdikleri için her karışını bilirlerdi.

Köyün erkekleri ilkbahar, yaz ve sonbahar aylarında yoğun çalışmalardan dolayı yemeklerini yer yemez istirahata çekilirlerdi. Yorgunluktan kimsenin dinlenmekten başka bir düşüncesi olmazdı. Kış aylarında ise basit işler dışında yapılacak fazla bir iş olmadığından her gün akşam köyün ortasında bulunan bu tür toplantılar için yapılmış kulübede toplanırlardı. Yaz aylarında sessizliğe bürünen bu kulübe kış ayları ile birlikte eski neşeli günlerine dönerdi. Uzun sohbetleri tüccarların getirdikleri yeni haberler, gelecek için planlar, köyde olan ilginç olaylar süsler, geç saatlere kadar kahkahaların eşliğinde günün hafif yorgunluğu atılıp ertesi güne hazırlanılırdı. Çok nadir olmakla beraber köyün ileri gelenlerinin önemli toplantıları da bu kulübede yapılırdı. Bir de köye ticaret için gelen tüccarların birkaç gün konaklama ihtiyacını bu kulübe karşılardı. Eğer kulübede bir misafir varsa o gün orada köyün kadınlarının yaptığı enfes yemekler de yenirdi, sohbetse erken bitirilerek misafirin rahat dinlenmesine olanak sağlanırdı.

Köyün kadınları ise günlük işlerini yapmaktan başkaca bir şeye pek fırsat bulamazlardı. Kendileri için uygun bir zaman bulabilirlerse, bu zamanı da kış için bir şeyler örmekle veya dikiş dikmekle geçirirlerdi.

Bu köyde kavga, gürültü, küslük hemen hemen hiç yaşanmazdı. Bazen komşular seslerini bir birlerine hafifçe yükseltecek olsalar bile çok geçmeden hemen hatalarını anlarlar ve bir birlerinden özür dilerlerdi. Nede olsa yarın yine bir birlerinin yüzüne bakmayacaklar mıydı? Ve eninde sonunda yine bir birlerine muhtaç olacak ve bir birlerinin işini zamanında bitirmek için yardımcı olacaklardı. Bu hayat görüşü çocuklarının oyunlarına bile yansımıştı. Çocuklar neredeyse bir birleri ile hiç kavga etmezlerdi.

Evliliği kutsayan törenler köyde yaşayanlar için en güzel eğlence zamanları idi. Düğün için tarih köyün ileri gelenleri tarafından belirlenir, eğer ihtiyaç varsa onlar için köyün uygun olan bir yerinde ev yapılır, eşyalar hazırlanırdı. Bu işlere, köydeki herkes büyük bir istekle katılırdı. Çünkü bu durumun aynısını ya yıllar önce onlarda yaşamışlardı ya da yaşayacaklardı. Günler önceden yemekler, içilecek içkiler ve meyve suları hazırlanırdı. O gün geldiğinde herkes sabah erkenden köyün meydanında toplanır, köyün en yaşlısı tarafından kısa bir konuşma ile tören başlar ve çift, tanrı huzurunda kutsanırdı. Bu kutsamayı köyün en yaşlısı yapardı. Güneş batıdaki Karya Dağı'nın ardından kaybolmaya başladığı anda ortada büyük bir ateş yakılır ve eğlence bu ateşin çevresinde gece geç vakte kadar sürerdi.

Köydeki çocuklarda bu esnada kendi görevlerini yerine getirirlerdi. Yaşları sekiz ile onbeş arasında olanlardan bir kısmı o gün köyde hasta olan veya yürüyemeyecek denli yaşlı olanlarla ilgilenirlerken, kalanlar da daha küçük olanlarla ilgilenirlerdi.

Bu köye, kolay kolay kimse gelmezdi, gelemezdi de. Çünkü en yakın yerleşim yeri yaz aylarında at sırtında geçirilecek zorluklarla dolu iki güne denkti. Kış aylarında ise köye ulaşmak aşırı kar yağışı nedeni ile imkânsızdı. Köylüler, nadiren köylerinden çıkarlardı. Şimdiye kadar köylerini terk eden de olmamıştı. Başka yerlerden bu köye gelmek isteyen çok nadir insan olurdu, onların çoğu da ticaret için bu zor ve tehlikeli yolculuğa katlanırlardı. Köye gelecek olan bu tüccarların ne zaman gelecekleri belli olduğu için köyden bir kaç kişi yanlarında götürdükleri on kadar at ile ormanın en dışında onları karşılar ve ormanın içinden geçirerek köye sağ salim ulaşmalarını sağlarlardı. Köye ticaret için gelen bu tüccarlar şeker ve tütünün yanı sıra dünyada olup bitenlere ait haberlerde getirirler, köyde birkaç gün kalırlar ve köylülerden vahşi hayvanlara ait postları alıp yine aynı şekilde köyden ayrılırlardı.

Tüccarların getirdikleri bu haberler sayesinde köylüler dış dünyadan haberdar olurlardı. Aslında duydukları haberler onlar için pek bir anlam içermezdi, ama konuşulacak ve üzerinde fikir yürütülecek yeni konuların olması sohbetleri monoton olmaktan kurtarmanın yanında daha da eğlenceli olmasını sağlıyordu. Kim kiminle savaşmış, kim kazanmış, halk açmış, sefalet her yerde kol geziyormuş, güvenle ticaret bile yapılamaz olmuş, sürekli soygun ve talan varmış, hastalık her yeri sarmış, savaşlardan herkes bıkmış, Kara Şövalye tüm dünyaya hâkim olmak için önüne çıkan her şehri talan edip geçiyormuş...

Bu güne kadar köyde yaşam böylesine uyumlu, güzel ve eğlenceli devamedip gitmekteydi. Ancak bundan sonra artık köyde hiçbir şey eskisi gibiolmayacaktı.    

MELEKLERİN OĞLU YERA; GİZEM KALESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin