Yera sersemlemiş bir halde gözlerini ovuşturarak açtı. Her yer karanlık olduğu için hiçbir şey görünmüyordu. İçini korku kapladı.
"Yoksa öldüm mü?"
Ölümün nasıl bir şey olduğunu bilmemesine rağmen sanki şu an içinde bulunduğu durum ona ölümü hatırlatmıştı. Gözlerini tekrar ovuşturdu. Fakat yine bir şey göremedi. Kendisini toparlayınca yavaşça ayağa kalktı. Elleri ile etrafını kontrol ederek önce nerede olduğunu anlamalı sonrada bir çıkış yolu bulmalıydı. Elleri ile bir süre etrafını yokladı çevresinde her hangi bir şeye dokunamamıştı. Birkaç adım attıktan sonra elleri bir şeylere sürtülünce burnuna toprak kokusu geldi. Topraktan yapılmış bir yerde olduğunu düşündü. Bir süre yürüdükten sonra sanki aynı yerde dönüyormuş gibi hissetti.
"Bir kuyuya mı düştüm acaba." diye düşünürken buraları çok iyi bildiği aklına geldi. Babası ile buralarda çok zaman geçirmiş ve hiçbir kuyuya veya böylesine farklı bir şeye rastlamamıştı.
"Zaten kuyuya düşmüş olsam ışık görürdüm" diye düşündü. Sonra aklına vaktin gece olabileceği geldi, "Olsun o zamanda ay ve yıldızları görürdüm. Öyleyse ben neredeyim? Beni yakaladılar da buraya mı hapsettiler?" diye düşündü, fakat yakalanıp yakalanmadığı ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyordu. Kendisini şövalyelerin yakaladığında bayılmış olma ihtimali vardı. Ne de olsa olanlarla ilgili hiçbir şey hatırlamıyordu. Artık beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Sırtını toprağa yaslayarak bulunduğu yere oturdu.
Gözlerini kapatarak son yaşadıklarını hatırlamaya çalıştı. Sabah annesi ve babası ile birlikte erkenden kalkmışlar, annesinin onlar için hazırladığı sıcak ekmeklerini yedikten sonra tarlaya gitmişlerdi. Tüm gün boyunca tarlada güneşin altında çalışmışlar ve çok yorulmuşlardı. Akşam erkenden eve döndükten sonra öküz arabasından, tüm gün boyunca topladıkları otları ahırlarına boşaltmışlardı. Öküz arabası kendilerine ait değildi, komşuları olan Diyas'tan ödünç almışlardı. Babası öküz arabasını komşularına vermek için gittiğinde, gözleri yorgunluğun etkisi ile birden ağırlaşmaya başlamış, annesi yemeğe çağırana kadar burada otların arasında biraz uyuyabileceğini düşünmüştü. Otlar henüz sıcacıktı, o an orası Yera için yatağından çok daha rahat görünmüştü. Zaten yatağına kadar gidecek gücüde kalmamıştı. Gözlerini kapar kapamaz da oracıkta uyuyuvermişti.
Karşısında Kayis duruyordu. Heyecanlı bir ses tonu ile:"Çabuk uyan ve Umut Ormanı'na doğru koş." demişti.
Yera birden korkarak tatlı uykusundan uyanmış, gördüklerinin bir rüya olduğunu anlamıştı. Ne garip bir rüyaydı diye düşünürken dışarıdan bazı sesler duymuştu. Hemen yattığı yerden kalkarak ahırın kapısına doğru yaklaştığında, dışarıda bir sürü atlının olduğunu fark etmişti. Atlardaki adamlara dikkatle baktığında bunların zırhlı şövalyeler olduğunu anlamıştı. Birden saklanması gerektiğini düşünmüş ve sessizce kapının arkasına gizlenmişti. O bu hareketi yaparken gören de olmamıştı. Annesini ve babasını da onların aralarında görmüştü. Bir an babası ile göz göze geldiğinde, babası ona göz işareti ile kaç der gibi bir hareket yapmıştı. Babasının ahıra doğru işaret yaptığını gören bir şövalye atını o tarafa doğru sürdüğünde, rüyası tekrar aklına gelmişti ve ahırın doğusundaki pencereden atlayarak komşuları Diyas'a ait olan ekin tarlasının içine düşmüştü. Düştükten hemen sonra kendini toplayarak ayağa kalkmış ve Umut Ormanı'na doğru koşmaya başlamıştı. Her adım atışında komşularının tarlasına verdiği zarar için af da dilemişti. Koşarken arada arkasına da baktığını hatırladı. Bu arada güneşin Karya Dağı'nın ardından batmak üzere olduğunu da fark etmişti. Babasının işaretini gören şövalye de ahıra gözden geçirmek için çoktan ahıra girmişti. Ahırın doğusundaki pencereden ekin tarlalarının arasından ormana doğru koşan bir çocuk görmüş ve hemen atını ahırın dışına sürmüştü. Bir yandan da avazının çıktığı kadar bağırmıştı:"Çocuk kaçıyor." Bir süre sonra atlıların peşinde olduğunu görünce daha hızlı koşmaya başlamıştı. Bu esnada ayağı tarladaki bir şeye takılmış olacak ki yere yuvarlanmıştı. Fakat hemen ayağa kalkarak koşmaya devam etmiş, tam ormana girdiği anda çığlığa benzer ince bir ses duymuştu ve sonra.
Sonrası ile ilgili başka hiçbir şey hatırlamıyordu. Bu olaydan sonra ne kadar zaman geçti, ormanda ne kadar yol aldı düşünse de bir türlü hatırlayamadı.
O bunları düşünürken, karşısında bir ışık belirdi. "Bu da ne?" dedi, kendi kendine. Sırtını iyice arkasındaki topraktan olduğunu sandığı duvara yasladı. Başka yapabileceği bir şey ya da kaçabileceği bir yer de yoktu. Sanki kapana kısılmış vahşi bir hayvan gibi hissetti kendisini. Ormanda yakaladıkları vahşi hayvanlarda kapana kısıldıklarında kendilerini böyle bir kenara sıkıştırıp, korku dolu gözlerle etrafı incelerken, son bir umutla kendilerini koruyabilmek için bütün güçlerini arka ayaklarına aktararak saldırı pozisyonu alırlar ve başlarına gelecekleri beklerlerdi. Şimdi o hayvanların hissettiği çaresizliği kendisi de hissetmişti.
Işık hala yanmaya devam ediyordu. Korkusu ve şaşkınlığı geçmeye başlamıştı. Önce ışığın aydınlığından yararlanarak çevresini incelemeye başladı. Topraktan küçük bir odanın içinde olduğunu anladı. Oda oldukça küçüktü, dört kişi ancak sığabilirdi. Ama ne bir kapısı nede başka bir açıklık görünüyordu. Burasının neresi olduğunu ve buraya nasıl geldiğini düşündü.
Tamda o bunları düşünürken ışık giderek büyümeye başladı, insan boyu kadar büyüklüğe ulaştıktan sonra ışığın içerisinde güzel bir kadın belirdi. İlginçtir ki, Yera bu kadını görünce hiç korkmadı, sanki daha önce bir yerlerde görmüş olduğu hissine kapıldı. Kadın ışığın içerisinden çıkarak Yera'ya doğru birkaç adım yaklaştı. Etrafına ışık saçıyordu, boydan, uzun beyaz bir elbise giymişti, elbisesinin üzerinde de beyaz bir pelerin vardı. Dikkatle baktığında pelerinin arkasında da bir şeyler göründüğünü fark etti, ama ne olduğunu anlayamadı. Kadının uzun sarı saçları parlıyordu. Çok genç göründüğünü düşündü.
Kadın:"Merhaba, Yera" dedi. Yera bu kadının adını nasıl olup da bildiğini hiç sorgulamadan içtenlikle ve çocuk masumluğu ile: "Merhaba." Diyebildi ancak.
Kadın:"Sakın korkma çocuğum, bu geceyi burada geçireceksin. Yarın sabah erkenden yola çıkacak, birkaç gün yol alacaksın. Yolda Erta seni bulacak. Birlikte Kileya Dağı'nda bulunan Sirya Gölü'nün ortasındaki Gizem Kalesi'ne ulaşmalısınız. Kendine çok dikkat etmelisin. Yolculuğunuz boyunca birçok tehlike ile karşılaşacaksınız. İçindeki gücü kullanarak bu tehlikelere karşı koymayı öğrenmelisin." dedi.
Yera kadının bu söylediklerinden hiç bir şey anlamamıştı. Hele en son söylenen "İçindeki gücü kullanarak bu tehlikelere karşı koymayı öğrenmelisin". "Ne gücü?" diye düşündü kendi kendine. O bunları düşünürken...
Kadın:"Merak etme sorularının hepsine zamanla cevap bulacaksın." dedi ve eli ile köşede duran bir şeyi işaret ettikten sonra söze devam etti.
"Şimdi karnını doyur ve uyu, yarın senin için yorucu bir gün olacak."
Sözlerini tamamladıktan sonra geldiği gibi ışığın içerisinde hüzünlü bir yüz ifadesi ile kayboldu. O an odada yanmakta olan ışığın da kaybolacağı düşüncesi ile acele ederek köşede duran şeye yaklaştı. Dikkatle örtüyü açtı. İçinde ekmek, peynir, yeşil sebzeler ve birkaç elma vardı. Bunlardan birazını yedi. Kalanını yarın yiyeceğini düşünerek örtüyü tekrar kapattı. Artık karnı doymuştu. Işıkta hala yanmaktaydı. Aklında birçok soru olduğu halde bütün günün yorgunluğu üzerine çökmüştü, daha fazla dayanacak gücü kalmayınca kolunu başının altına alarak nemli toprağın üzerine uzandı ve çok geçmeden de o güzel gözleri kapandı derin bir uykuya daldı.
Yera uyuduktan sonra az önce ışığın içinde kaybolan kadın tekrar belirdi. Hala yüzünde az önceki üzgün yüz ifadesi vardı. Zavallı çocuğum, henüz daha çok küçük, bu kadar zorlukla nasıl baş edecek diye geçirdi içinden. Yerde yatmakta olan Yera'yı hiç zorlanmadan kucağına aldı ve yere oturdu. Sevgi dolu gözlerle kucağında yatmakta olan küçük çocuğu seyretti bir süre ve sonra sırtından bembeyaz kanatlar çıktı. Kanatları o kadar büyük ve güzeldi ki anlatmaya bu dünyadaki kelimeler yetmezdi. Kadın kanatlarını büyük bir dikkatle kucağında yatmakta olan Yera'nın üzerine örttü.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEKLERİN OĞLU YERA; GİZEM KALESİ
FantastikMELEKLERİN OĞLU YERA GİZEM KALESİ Yazan: Arkın KURT Yaşayan insanlara hükmetmeye çalışan Kara Şövalyeye ve onun güçlü ordusuna karşı amansız bir mücadele içine giren Adra, Yera, Erta ve beş seçilmiş savaşçının zamanın bir yerinde verdikleri mücadele...