Haftanın kalan üç günü de, okulda kazandığım genç düşmanım Hakanın beni gördüğünde yolunu değiştirmesi, kız öğrencilerin yoğun ilgisi, Damla ve onun öfkeli bakışlarından kaçmakla geçip gitmişti. Öğretmenliğe alışmaya ve sevmeye başladığımı hissediyordum. Birilerine bir şeyler öğretmek gerçekten eğlenceli olabiliyordu. Fakat Mertle takıldığım İstanbul gecelerini ve düşünmeden para harcayabilmeyi de özlemiştim.
Yataktan kalktığım da saat ona geliyordu. Arda hocaya söz verdiğim gibi voleybol antrenmanına gidip destek olacaktım. Fakat bu antrenmanın saat on birde olmasını beklemiyordum. Dün saat altıda mailerimi açtığımda, Arda hoca; hafta sonu olduğunu bildiği için, antrenmanı saat on birde yapmasının uygun olacağını yazmıştı. Aman zahmet etmişlerdi düşünmekle. Yahu bu insanların geç saat anlayışıyla benimki hiçbir zaman uyum sağlayamayacak mıydı? Benim hafta sonu kalkmak için geç saatim ikiyi hatta bu İstanbulda olsam dördü beşi bulurken, başkaları için nasıl on ya da on bir olabiliyordu anlamış değildim. Oysa ben 'uyku diye bir meslek olsa mesaiye bile kalırdım'.
Yataktan zorla da olsa kalkarak banyoya gittim. Duş alıp çıktığımda, buğulanmış aynayı elimin tersiyle silip kendime baktım. Şu gözümün yanında hafif bir çizgi mi oluşmaya başlamıştı bana mı öyle geliyordu. Yok canım daha neler 26 yaşında çizgi mi olurdu, şu genç veletler psikolojimi bozmaya başlamışlardı, sürekli Damlanın yanında dolaşmaları canımı sıkıyordu. Bu kızın da doğru dürüst kız arkadaşları olamayacak mıydı? Bazen onlar beyinlerinden çok şuan başka taraflarıyla düşünüyor yeşil göz kendini koru diyesim geliyordu ama alacağım cevabı bildiğim için şuan susmak en mantıklısıydı. Hem bana neydi onun yanında dolaşıp, yiyecekmiş gibi bakan zibidilerden. Diş fırçamı alarak, düşündüklerimin acısını dişlerimden çıkarırcasına sertçe fırçalamıştım.
İçeri geçip altıma lacivert eşofmanımı, üzerine de beyaz v yaka bol bir tişört geçirip, kapşonlu eşofman üstümü de yanıma alarak, spor ayakkabılarımı giyip evden çıkmıştım. Kapımı kilitleyerek merdivenlere yöneldim, artık inerken ses çıkartmamaya dikkat etmiyordum. Nasıl olsa Ayşe Teyzenin kapısı her türlü açılıyordu, açılmasa bile, benim kapımda buluyordum onu.
Kapısının önünden geçerken bu sefer açılmamıştı kapısı. Biraz daha merdivenlerden aşağıya indim, aniden arkamı dönüp baktım kapı hala açık değildi ve Ayşe teyzeyi göremiyordum. Kadın bende öyle bir alışkanlık yapmış ki ters geri merdivenlerden çıktım ve tekrar indim. Fakat kapı hala kapalıydı. Yukarı çıkıp kapısının önünde birkaç kez zıpladım. Biri beni bu halde görse, Ayşe teyzenin demesiyle 'uğramışlar bu çocuğa' derdi. Kapı duvar olmuştu sanki. Bu işte bir terslik vardı. Ben en sonunda dayanamayıp zili çaldım. Hala ses seda yoktu. En sonunda yumruklamaya başladım
''Ayşe teyzeeeeee, Ayşe Teyzeee kapıyı aç.''
Kapıyı kırmaya niyetlenmiş omuzluyordum ki kapı aniden açıldığında kendimi Ayşe teyzenin evinin içinde dizlerimin üstünde buldum. Ben bu sahneyi bir yerlerden hatırlıyordum ya neyse.
''Kemal oğlum hayırdır, kırmaya mı karar verdin evladım kapımı.''
Ayağa kalkıp arkamı döndüğümde, Ayşe teyzeyi giydiği, şu bir zamanlar Gülben Ergenin oynadığı dadı dizisinden fırlama çiçekli bornozuna sıkı sıkı sarılmış, kafasında kocaman bir havlu, yüzünü de yeşile boyamış görünce.
''Tövbe bismillah naptın Ayşe teyze kendine.'' Dedim, dilime hakim olamayarak.
''Ay napmışım oğlum.''
''Daha ne yapıcaksın yüzüne noldu senin yemyeşil.''
''Allah senin iyiliğini versin emi Kemal. Maske evladım o, yeşil salatalık, bal birazda yumurta sarısı var.''
![](https://img.wattpad.com/cover/37557405-288-k272185.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SANA DOĞRU
RomanceBaşına gelen şey onun için cezaların en saçması, en mantıksızıydı... Üniversiteye bile sırf dedesinin zorunlu koyduğu bölümü okumak için gitmişti ama şimdi ondan bunu meslek olarak yapması bekleniyordu... Hemde koskoca şirket başkanlığı dururken...