Amaçsızca mükemmelliğe koşuyor gibi hissediyorum. O bitiş çizgisini geçince ne olacak, oraya gidene kadar önüme neler çıkacak tahmin dahi edemiyorum. Bu bilinmezliklerin hepsi beni boğuyor. Sadece bir tepeye uzanıp günlerce gökyüzünü izlemek istiyorum çünkü yorgunum, ruhumu taşıyamayacak kadar yorgunum.
Önümdeki defteri kendimden bile beklemediğim büyük bir hızla kapatırken sessiz kütüphanede gözlerimi gezdirdim. İki elimin parmaklarını geçmeyecek sayıda öğrenci, tıpkı benim gibi hunharca bu senenin sonunda olacak giriş sınavı için hazırlanıyordu. Herkes yorgundu fakat bu yorgunluğun emeklerinin önünü kapatmasını hiçbirimiz istemiyorduk.
Bakışlarım duvara asılan saate kaydı. Gece yarısına yaklaşan akrep yorgunca gözlerimi kırpıştırmama neden oldu. Saatlerdir buradaydım ve belim artık iflas etmiş gibiydi. Tüm eşyalarımı büyük bir sessizlikle çantama yerleştirdikten sonra yavaşça yerimden kalktım. Loş ışığın yayıldığı geniş bölümde birkaç göz bana dönse bile bu saniyelik olay hızlıca son buldu.
Bedenimi sonunda sessizliğin oldukça kasvetli bir rüzgar gibi esir aldığı binadan atabildiğimde nefesimi derince üfledim. Gece yarısı olmasına rağmen Seul'ün caddeleri arabalardan, kaldırımları da gençlerden oluşan topluluklardan sıyrılmıyordu. İnsanlar gereğinden fazla gamsız olmaya eğilmişti ki bazı şeyler bana artık bizlerin sorumsuzluğundan bıkan Tanrı'nın cezası gibi gelmeye başlıyordu.
Çantamın koluna daha sıkı asılarak kütüphanenin demir bahçe kapısından çıkacağım sırada burnuma inanılmaz şekilde ağır bir içki kokusu dolundu. Bu kusmak istememe sebebiyet verecek kadar midemi bulandıran kokunun kaynağını anlamak için kafamı hafifçe yukarı kaldırdım. Önümdeki iki ayyaş öğrenci bana gözleri kısık şekilde bakarlarken kaşlarım havalandı. Önce üzerlerindeki dağılmış okul kıyafetine, sonra bu okul kıyafetinin amblemine baktım. Bizim okulda okuyorlardı ve bu kafamda birkaç minik düşüncenin kafamda çoktan yeşermesine sebep oldu.
"Jeon Jungkook?" dedi cılız olan tek eli cebinde beni süzmeye devam ederken. Sarıya boyadığı saçlarının dipleri siyah bir şekilde akmışken uzayan tutamlar gözüne iniyordu. Fazla zayıftı, kolları kürdan gibiydi ancak bu, nasırlı kan tutmuş eline bakılırsa kavga anında ona pek engel olmuyordu.
"Evet," diye mırıldandım uzun süredir konuşmadığım için boğuklaşan sesimle. "Benim." Diğerine göre daha iri yapılı ve kilolu olan bana yaklaştığı gibi ensemden yakalamak istedi fakat bileğini tutarak buna engel oldum. Sinirleniyordu; bunu birbirine bastırdığı dişleri yüzünden seyiren çenesinden anlayabiliyordum.
Karşı koyabilirim, dedim kendi kendime beynime fısıldayarak. Cidden karşı koyabileceğimi sandım ya da onun gibi bir şey. Burnuma yediğim kafa darbesi ise tüm benliğimle birlikte cesaretimi de süpürüp götürdü. Kafam hafifçe geriye gitti, tam burun kemerime yedirmişti alnını ki bu tamamiyle zihnimin uçmasına neden oldu. Daha kendimi toparlayamadan kollarımı tutup çekiştirdiklerinde itiraz etmek istedim ama tek yapabildiğim açlığın ve aldığım darbenin katkısıyla kararan gözlerimi kırpıştırmaktı.
Sırtım pürüzlü bir duvarla sertçe temas ettiğinde dişlerimi birbirine bastırarak inledim. Getirildiğim sokak oldukça karanlıktı, sadece tepemizden vuran bozuk sokak lambasının güçsüz ışığıyla onları görebiliyordum. "Ne istiyorsunuz?" dediğim an burnumdan akan kırmızı sıvının dudaklarımla buluşması bir oldu. Kolumu kullanarak burnumun çevresini öylesine temizledim ve yüzlerine daha dik bir şekilde bakmaya başladım.
"Sen Bayan Kim'in görevlendirdiği çocuk değil misin?" Kaşlarım çatıldı cılız çocuğun ağzından yuvarlanan birkaç düzensiz sözcük ile. "Hani şu yazılı notlarını düzenleyecek olan?" Ve bana verilen birer nimet olduğunu sandığım tüm sorumluluklar boğazıma dizildi, belimi kırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss, heal and go
Fanfictionruhum yaralı, günlerim hep sayılı. karanlık iyilik meleğim, gel yanıma da öp, iyileştir ve git. kapat yaralarımı ama asla unutma, yarayı kapatan aşk, yaradan da derin. rosékook. ✓