11

448 49 48
                                    

Beynim bazen gerçekten uyuşuktu ama Roseanne'in yanında uyuşuktu en çok. Ne yaptığımı sorgulamadığım tek yerdi onun yanı. Ve sadece gülümsese yeterdi, istediği her şeyi yapmaya hazırdım.

Onun yatağında yorganı karnıma kadar çekmiş onu izliyordum, o benim tişörtümü giymiş ve elindeki sigarayı yakmıştı yavaşça. İçine bir duman çektikten sonra tıpkı benim gibi yatak başlığına yaslandı. Sonra bana uzattı dalını. Düşünmedim, elinden çektiğim gibi bir nefes aldım tütünün ağır kokusu eşliğinde. Öksürdüm biraz aslında ama alışmam da uzun sürmedi.

Elim yavaşça ensesine gitti ve oradaki kelebeği okşadım yavaş bir hareketle. "Bana kızgın değil misin?" dedi uzattığım sigarayı eline alırken.

"Neden olayım?"

Dilini yavaşça yanağında gezdirdi. Sigara parmağında asılı kalırken bana daha fazla yaklaştı ve dudağıma gerçekliğini anlamakta bile zorlanacağım kadar kısa bir süre için öpücüğünü bahşetti.

"Beni öperken neden özür diledin?" O geceden bahsediyordum, elbette farkındaydı.

Derin bir nefes eşliğinde sigarayı bana uzattığında geri çevirmedim. "Jaehyun ikimizi izliyordu çünkü."

Kaşlarım havalandı. "Kıskansın diye yaptın yani?"

"Hayır, anlasın diye." Yüzüme baktı, en derinlerime. "Seni anlasın diye, hayatımdaki yerini anlasın diye. Özür diledim çünkü ilk öpücüğünü senden çalan kişi olmak istemiyordum."

"Pişman olabileceğim en son şey bile değil o gece." Hafifçe güldürmeyi başarmıştım onu. "Sen.. Sen çok özelsin, Kelebek."

Ona taktığım isim yüzünden duraksadı, sonra yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. "Kelebeklerin ömrü çok kısadır, Jeon."

Baş parmağım dövmesini boydan boya gezdi. "Olsun, ömrü kısa iki kelebek olarak ateşe atlarız."

"Ama ben aniden.. Gidersem ne yaparsın?"

Sigaradan bir nefes çektim. "Gitmezsin." Sesim net çıkmıştı. Hayatımda ilk kez kendimden bu kadar emindim ben.

Kafasını kolumun altına koyarak çıplak üst bedenime sarıldı. Elleri her yerimi sararken nefesimi tuttum. Alışkın değildim dokunuşlarına fakat o kadar güvende hissettiriyordu ki tedirgin olmak aklıma bile gelmiyordu.

Göğsümün üst kısmına yavaş bir öpücük bıraktı ve derin sesiyle, "Tek yaptığım sana zarar vermek." diye fısıldadı. "Yaşatamıyorum seni Jungkook. Yaşattığımı sanıyorum ama bu doğru değil, öldürüyorum seni."

"Doğru olanın ne olduğunu biliyorsun." dedim gözlerimi yumarak.

"Kandırma kendini Jungkook," Aynı yeri ikinci defa öptü. "Yapabileceğin tüm kötü şeyleri yapıyorsun, bak ya bir arkana bak. Yaptıklarına bak. İçki içiyorsun, öpüşüyorsun, sevişiyorsun, sigara tüttürüyorsun. Daha ne yapabilirsin sen?"

Kendimden emin bir sesle, "Pişman değilim." dedim ona.

Nefesini oldukça sıkıntılı bir şekilde verdi. "Ama olacaksın." Parmaklarıyla öptüğü yeri okşamaya başladı. "Güvenilir biri değilim ben, güvenemezsin bana. Kötü yaşıyorum. Uzak durman gereken o soytarı tiplerdenim işte."

"Konuşma," Bunu sürdürmesini istemiyordum. "Sadece uyuyalım, tamam mı?" Sustu, kafasını göğsüme yerleştirdi.

Ben de duvarda gece yarısı ikiyi vurmak üzere olan saate bakarak kendimi uykunun derin kollarına bıraktım.

Yoktu.

Sabah uyandığımda Roseanne yoktu, Changbin'in barında da yoktu. Aslında hiçbir yerde yoktu. Bulamıyordum onu. Telefonu da kapalıydı. Bu kız insanı gerçekten delirtirdi.

Geçen gece gördüğüm Yoongi kapıda belirdiğinde bakışları beni meraka düşürmüştü. "Hiçbir yerde yok. Bağlantısı var mı bilmiyorum ama Jaehyun da yok." dedi kısık bir sesle.

İlerleyen saatler bir sonuca varmayınca evime gittim. İki gün boyunca odamdan çıkmadım hatta. Okulu da boşverdim. Annem, benim düzenimle kafayı bozan annem, bir kez bile girmedi kapımdan içeri.

Odamdan çıktığımda yanıma sadece telefonum ve cebinde para olan bir ceketle dışarı çıktım. Changbin'in barında bütün gece içtim. Alkole hiç dayanıklı olmadığım için adımı bile hatırlayamaz hâle geldim. Sadece bir şeyi anımsıyordum. Roseanne yoktu, belki de cehennemin dibindeydi ama yoktu. Hatta belki de Jaehyun ile birlikteydi. Bilmiyordum.

Yanıma bir kız geldi, Changbin ve Yoongi yanımdan uzaklaştığı sırada gelmişti. Siyah küt saçları omzunda biten, beyaz tenli ve güzel biriydi. Ben sustum, o konuştu. Bana aklımda tutamayacağım kadar şey anlattı.

Beni getirdiği yer de dövmeci dükkanıydı yanılmıyorsam. Onunmuş, öyle dedi. Ben de bir deli cesaretiyle tişörtümü yere atarak bana dövme yapmasını istedim.

Tam iki kere öptüğü yere, parmaklarıyla okşadığı, kafasını koyup uyuduğu yere yapmasını istedim.

Kırmadı beni, göğsüme yanan bir gülün üstünde yanan bir kelebek çizdi. Acıdı evet, çok acıdı hatta. Ama sarhoş aklımdan herhalde, acırsa belki gelir yanıma dedim.

Kız yavaşça bacaklarıma oturduğunda sadece ona bakıyordum. Çenemi okşadı, dudaklarıma da dokundu baş parmakları. Kafasını eğerek boynumu sertçe emdiğinde ise kaşlarım sonunda çatılmıştı. Ne yapmaya çalıştığını bilmiyordum, ne yapacağımı da bilmiyordum.

Tek bildiğim bana Chaeyoung'dan başkasının dokunmasını istemediğimdi.

Kafamı iki yana salladım, o ise boynuma dişlerini geçirmeye devam ediyordu. Başım uykusuzluktan ve alkolden o kadar çok zonkluyordu ki iki kelimeyi yan yana getirip konuşamıyordum.

Son dokunuşunda bir inleme döküldü dudaklarımdan. Hayır, onu istediğim için değildi ki, canımı yakmaktan başka bir şey yapmadığı içindi.

Birden ne olduğunu anlamadığım bir şekilde üstümdeki ağırlığı kayboldu. Kapalı gözlerim zorla açılırken ağzından dökülen acı dolu inlemeyi de duyabilmiştim.

"Bir daha benim olana dokunursan, bitiririm seni." Duyduğum en net ses buydu işte, nasıl duymayayım ki, oydu.

Bulanık görüş açım tamamen netleştiğinde saçından tuttuğu kızın karnına dizini geçirerek önemsiz bir parçaymışçasına onu kenara savurduğuna şahit oldum. Hızla tişörtümü alıp yanıma geldiğinde bana baktı. Ona hesap sormam gerekiyordu belki de ama aralık dudaklarımı bile kapatamıyordum. Eli yavaşça etrafı kızarık olan dövmeme gitti, baş parmağıyla o noktayı okşarken gözünden kayıp giden ifadelere çok net bir şekilde seyircilik ettim.

İyilik meleğim buradaydı işte, yine başım dertteyken varmıştı yanı başıma.

Tek kelime etmedi. Önce tişörtümü sonra ceketimi giydirdi. Beni motoruna bindirmesine alışmıştım artık. Bara geldik yeniden. O indi ama ben hareket dahi etmiyordum.

"Jungkook." dedi tok sesiyle. Bakmadım. "Bana bak, aptal." Yan tarafımdan uzattığı eliyle çenemden tutup kaldırdı başımı.

Elim ceketimin cebinde duran, onun verdiği yarabantlarına gitti ve onlardan güç alarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

İşte buydu bizim aramızdaki ilişki. Kaçmaya çalışırdık ama kaçamazdık. Her düşüşün yükselişinde dudaklarımızı üst üste bulurduk. Bu böyleydi ve böyle devam edecekti. Her sonuçta, iyilik meleği benim dibimde olacaktı. Aksi düşünülemezdi bile, aksi asla olmayacaktı.

batırmıyorumdur umarım

kiss, heal and go Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin