15

321 42 27
                                    

5 ay sonra.

Roseanne.

Belki de sadece senin olmak istiyorumdur.

Bir ömür gibi geçen şarkının ortasında küfredercesine, "Kapat şunu." demiştim abim Jimin'e. Sinirlerim yeterince bozuktu, uğraşmak istemiyordum.

Uğraşmak istemediğim Jungkook'un ta kendisiydi aslında; kendisi ve bıraktığı anılar.

Özlüyordum. Bilmiyorum belki de o da özlemişti başta ama şu an umursamıyordur bile. Muhtemelen benden sonra eski hayatına dönmüştü. Hatta Amerika'ya falan da gitmiş olabilirdi. O çok istediği okulda yeni bir hayata başlamıştı çoktan. Bensiz ve tamamen mutlu bir şekilde.

Toparlandığını hissediyordum, çoktan atlatmış olmalıydı beni.

Ben toparlanamamıştım işte.

O gece onunla seviştikten sonra gitmem kabul edilemezdi, etmemişti de büyük ihtimalle. Mantıklı düşünemiyordum. Sunghoon'un bir gecede beni bırakıp gitmesini de kaldıramamdan kaynaklanıyor olabilirdi. O kadar dağılmıştım ki peşlerinden nasıl Avustralya'ya döndüğümü bile hatırlamıyordum.

Aptaldım. Ona bir mesaj dışında hiçbir şey bırakma zahmetinde bulunmayacak kadar aptaldım. O kadar aptaldım ki onu geçen zaman boyunca bir daha arama zahmetine bile girmemiştim. Benden nefret ediyor olmalıydı, ben de kendimden nefret ediyordum.

Telefonumda ona gönderdiğim tek mesajı açtım ve defalarca okudum birkaç saniye içinde, daha önce defalarca yaptığım gibi.

Özür dilerim Jungkook, yapamadım.

Sonrası da bana ısrarla attığı mesajlardı, benim hiç geri dönme zahmetinde bulunmadığım onlarca inkar mesajı..

Yeniden griye boyadığım saçlarımla oynarken kafamı arabanın filmli camına yasladım. Eski benden eser yoktu. Motosikleti bırakmıştım, sigarayı tek tük içiyordum, alkol ve küfür yoktu hayatımda. Değişiyordum.

Kore'ye gelmiştim.

"Eskisi gibi mi olacaksın?" dedi Jimin kısık gözlerle beni izlerken. Güldü ılımlı bir şekilde. "Serseri.." Mırıldanışı içime oturdu çünkü ondan bu kelimeyi duymayalı uzun zaman oluyordu.

"Hayır," dedim fakat öyle bir hayırdı ki ben bile kendime inanamamıştım.

"Diğer arkadaşlarını oldum olası pek sevmiyordum zaten ama en azından Yoongi ve Changbin'i görmeye gitsen iyi olur. Yılların hatrına."

Yılların hatrına.

Ben ona yanıt vermeye fırsat bulamadan şoföre talimat verdiğinde nefesimi vererek arkama yaslandım. Neler olacağının küçük bir senaryosunu kafamda kurduğum 10 dakika içerisinde de o tanıdık barın girişinde durmuştuk. Jimin elini koluma koyarak bana destek verdiğinde zorlukla arabadan indim. Yüzsüz hissediyordum biraz.

Ben kapıdan geçecekken iki tane dağ gibi koruma dikildi önüme. Tabii, korumalar da değişmişti tanımıyorlardı beni. "Üzgünüz hanımefendi, gündüz saatleri içerisinde kapalıyız."

Ağzımı açıp konuşmak istedim. Kendimi ifade etmeliydim. "Kızı bırakın." diyen Changbin'in sesini içeriden duyduğumda ise gözlerimin parıldadığına yemin edebilirdim.

Kendimi direkt içeri attığımda Changbin hiç sorgulamadan kolları arasına aldı beni. "Özür dilerim." demiştim sadece.

"Aptal kız." dedi eliyle saçlarımı karıştırırken. "Öldürdün bizi."

Ondan ayırdım kollarımı. "Yoongi nerede?" dediğimde kafasıyla içeriyi işaret etti. "Umarım suratıma tükürmez." derken tanıdık koridoru aşarak geçtim geniş bara.

Yoongi yine her zaman yaptığı gibi etrafa emirler dağıtıyordu. Siyah saçları alnına dağınık bir şekilde dökülüyordu ve elmacık kemiğinde kendini belli eden morluk direkt göze çarpıyordu. Onu tanıdığım tüm zaman boyunca suratını pürüzsüz bir şekilde görmemiştim zaten.

Gözleri etrafta dolaşırken yakaladı beni. Arkamda olduğunu hissettiğim Changbin'e baktı, sonra yine bana. Dudakları aralandı. Ne hissettiğini pek anlayamıyordum şu an ama sanırım şaşkındı. Üzerime yürüdü.

"Rosie?" derken ellerini iki yana açmıştı. "Öldüğünü düşünüyordum."

Hiçbir şey söyleyemeden kollarımı beline sardığımda beni direkt sarmaladı. "Özür dilerim." dedim ona da, tıpkı Changbin'e yaptığım gibi. "Gerçekten özür dilerim."

Ayrıldı benden. Elini omzuma yerleştirerek yüzümü inceledi. "Önemi yok gerizekalı. Sadece haber vermeni isterdik, olsun."

"Üzgünüm."

Beni cevapsız bıraktı. Bakışları bir an etrafta dolaştı. Endişelenmiş gibiydi. Dudakları bir şeyler söylemek için aralansa da vazgeçti. Yoongi'yi bu hâlde görmek alışkın olduğum bir şey değildi.

"Bar kısmına geç de bir şeyler iç." dedi ve ekledi. "Ben şimdi geleceğim." Sonra benim bir şey söylememe müsaade etmeden Changbin'in kolundan tuttuğu gibi onu bir yere çekiştirdi.

Yapacak bir şeyim kalmadığından bar kısmına yöneldim ve kırmızı kafa barmenden alkol oranı düşük bir kokteyl istedim. Bardakları silme işini yarıda bıraktı ve hızlıca hazırladı bir şeyler. Zihnime ilk evi terk edip paraya ihtiyaç duyduğumda Yoongi'nin beni barmaid olarak alması canlandığı için dalgınlaşmıştım bir anda.

Beni daldığım o noktadan çekip alan ise önüme uzanan dövme dolu bir kol oldu. Bu mükemmel parmakların sahibi fark etmediğim çakmağı tezgahın üzerinden çekip aldığında derin bir nefes buyur ettim ciğerlerime. Bu nefesle birlikte aniden aldığım koku yüzünden oksijeni geri vermeyi unuttum bir an. Gözlerim ürkek bir tavırla yüzüne tırmandığında içimden dua ediyordum düşüncelerimin aksi olsun diye.

Fakat Tanrı benimle eğlenmeyi seviyor olmalıydı çünkü gördüğüm yüz Jeon Jungkook'tan başkasına ait değildi.

Dudaklarım hafifçe aralandığında verdiğim titrek nefesten dolayı fark etmişti beni. Uzattığı siyah saçları tepesinde minik bir topuzdu, bir an onlara dolamak istedim parmaklarımı, her bir tutamıyla oynamak. Bakışları gözlerime kilitli kalmışken o eski masum ve ürkek çocuğu göremiyordum göz bebeklerinde ama sürekli bana baksın istedim. Arasında bir dal sigara duran dudakları yeniden dudaklarım üzerinde olsun, gergince sıktığı parmakları yeniden yaralarımda dolaşsın istedim.

İstemekle kaldım çünkü Jungkook çok çok farklı bakıyordu yüzüme.

Dilimi ıslattım yavaşça, ağzımdan çıkarabileceğim en mantıklı kelimeleri aradım ama beceriksizdim işte şu anda. Eskiden onun yanında kelime cambazlığı yapabilen ben şimdi tutulmuştum. Güçsüz bacaklarıma bara yasladığım elimle destek oldum ve ayaklandım.

"Jungkook," diyebildim kısık sesle.

Dudaklarındaki sigarayı parmaklarına aldı ve aynı eliyle yanağıma dokundu yavaşça. Sıcak avuç içi soğuk yüzümle temas ettiğinde titrek bir nefes aldım. Gözlerime bakıyordu o minik parıltılarla. Gözlerime ve hatta yüzümün her bir noktasına baktı beni çözmek için.

Eskiden küfürü cımbızla ağzından aldığım Jungkook'un bana karşı ilk cümlesi, "Sikeyim." olmuştu bir anda. "Sen gerçek misin?"

Dolu gözlerimle kafamı salladığımda diğer eli de yüzüme tutunmuştu. Kaşları anlam veremiyormuşçasına çatılıyordu ve ben çözemiyordum bakışlarını. Beklemiyordu tabii ki, ben de beklemiyordum.

Söyleyebileceğim tek şey, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını fark etmiş olmamdı.

yuh amına

kiss, heal and go Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin