"Deneme sonuçları açıklanmış!" Sınıfa koşar adımlarla girip herkesin ona dönmesini sağlayacak cümleyi kuran Yeji, dakikalardır bırakmadığım kitaptan kafamı kaldırmama sebebiyet verdi. "Yine koridorda asılı liste, herkes bakıyor." Sınıf aceleyle ortamı terk ettiğinde gözlerimi kırpıştırarak yerimden kalktım ve yavaşça onları takip etmeye başladım.
Büyük kalabalık gözlerime, kalabalıktan çıkan sesler de kulaklarıma eriştiğinde yüzümü buruşturdum. "Birinci kim olmuş?!" diyorlardı. "İnanamıyorum!" diyen vardı. "Bu kadar düşük yapmış olamam.." diyen de vardı. Hepsini boşvererek aralarından süzüldüm ve listeye bakmayı becerdim.
Jeon Jungkook. Uzun uzun baktım ikinci sırada yazan adıma. Etrafımda hızlıca hareket eden her şey bir anda yavaşladı, zaman duraksadı. Birincinin adına baktım sonra. Roseanne Park Chaeyoung. Ellerim yumruk hâlini aldı, yüreğimi anlamlandırması pekte zor olmayan bir hırs kapladı. Sonra bir şeye daha baktım, ikimiz arasındaki puan farkına. Sadece beş puan, diye geçirdim içimden. Sadece bir soru daha yapabilseydim eğer..
Sinirle kasılan bedenime çarpan öğrenciler beni kendime getirirken kafamı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Bakışlarım etrafta kısaca gezindiğinde kolayca göze çarpan Chaeyoung, kaşlarımın havalanmasına neden oldu. Aradan neredeyse bir hafta geçmişti ve bu geçen süre zarfında ne zaman ona baksam, beni dikkatlice izlediğini görüyordum; tıpkı şu an bedenini duvara yaslamış şekilde yumruk olan ellerimi izlediği gibi.
Nereden tanıyorum seni?
Gözlerimiz buluştuğunda dilini yavaşça dudaklarının üzerinde gezdirdi, ardından kendini doğrultarak koridoru terk etmek adına merdivenlere yöneldi. Peşinden gitmem gerektiğini düşündüm, ona sormalıydım; onu nerede gördüğümü sormalıydım. İnsanları hafifçe ittirerek yetişmeye çalıştım fakat o kadar hızlı ve fark edilemez şekilde hareket ediyordu ki gözlerim gittiği yeri daha fazla takip edemedi.
İzini kaybettim fakat onu mutlaka tekrardan göreceğimin bilincindeydim, bu yüzden rahatlamaya çalıştım; aklıma sınavın sonuçları her geldiğinde kasılsam bile rahatlamayı denedim, başarısız olduğumun farkında olsam dahi..
•
Okulun tamamı neredeyse dağıldığında ağır adımlarımı çıkış kapısına yönlendirdim. Hava oldukça kasvetliydi, güneşten bir eser yoktu ve yağmur bulutları yavaşça kendi aralarında toplanıyordu. Büyük merdivenlerden inerken beni elindeki kapalı şemsiyeyle bekleyen şoförüm, nefesimi sertçe esen rüzgara karıştırmama neden oldu.
Eve gitmek istemediğim kenara atılamaz bir gerçekti. Bu deneme sınavında en iyisini yapmak için çok çabalamıştım fakat çabalarımın boşa gittiğine şahitlik etmek tamamiyle yıkılmama yol açmıştı. Yetersizlik hissi tüm benliğimi kaplarken bu hisse engel olamamak beni korkutuyordu. Yetersiz hissettiğim an, benim için biterdi.
Siyah lüks arabanın kapısı benim için açıldığında cesaret tomurcukları dilimin ucunda belirdi ve, "Eve gitmek istemiyorum." dedim tek nefeste. Ne olursa olsun yine de eve gideceğimi biliyordum ancak ne kadar geç gidersem o kadar kolay sıyrılacağıma dair çocuksu bir düşünce vardı içimde.
"Efendim, benim de yapabileceğim bir şey yok. Annenizin kesin emri." Önümde ceketini ilikleyip kafasını eğen şoföre baktım bir süre, sonra biraz da yavaşça evlerine dağılan öğrencilere.
"Sadece eve gitmek istemiyor." Artık unutmaya başladığım bir ses, yeniden kulaklarıma vardığında kaşlarım çatıldı. Bu sesi tanıyordum. "Sen, onun emri altında çalışan biri değil misin? Dediklerini harfiyen yerine getirmek senin işin."
Kafası yerden kalkan şoför, "Fakat atladığınız şey, ben emirleri Jungkook Bey'in ebeveynlerinden alıyorum." dedi sakince, tek tek.
"Eğer isterse seni işinden dahi edebilir?" Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında arkamda sesini işittiğim bedenin kim olduğunu tahmin etmeyi denedim çünkü bedenimi çevirecek kadar da cesur hissetmiyordum. "Sadece git ve o emirleri aldığın ebeveynlerine basit bir yalan söyle, gerisi seni ilgilendirmez."
"Bunu duyarlarsa-"
"Duymayacaklarına emin olabilirsin." Kafam hafifçe döndü, önce bizim okulun formasını giyen bir kız bedeni gördüm. "Şimdi sadece buradan uzaklaş." Sonra ise kahverengi saçlarını ve pürüzsüz yüzünü gördüm.
Roseanne Park Chaeyoung.
O geldiğinden beri ilk defa sesini duyuyordum ve oldukça gariptir ki sesini de tanıyordum. Gözleri, duruşu, elleri, sesi.. Onu incelemeye devam ederken nereden tanıdığıma anlam verememek beni delirtiyordu.
Kararsızlık içinde kalan şoför dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra saniyeler içinde arabaya bindi ve gaza basarak önümden geçip gitti. Omuzlarım, aniden gelen rahatlamayla çöktüğünde derince nefesimi üfledim. Şimdi ne yapacaktım? Nereye gidecektim?
Roseanne, arkamızda kalan merdivenlere oturduğunda kararsızlıkla ona bakıp yanına doğru yavaş adımlar attım. Yanındaki yerimi edindiğimde ikimiz sessizlikle artık insan kalmayan ve yağmur bulutlarının ortaya koyduğu griliğe esir kalan sokağı izlemeye başladık.
"Ben," dedim en sonunda kurumuş dudaklarımı aralarken. "Seni tanıyormuş gibi hissediyorum."
Kafası hafifçe bana döndü, yüzümü kısaca inceledi. "Sen," dedi gözlerimin en derinine ulaşmayı başarırken. "Beni tanıyorsun." Kaşlarını çatarak dudaklarını ıslattı. "Jeon Jungkook."
Ve evet, adımı duyduğum an tüm taşlar yerine oturdu; midemde ufak çaplı bir fırtına koptu. Beynim evrenin bana oynadığı oyunlar karşısında diz çökerken, kalbim ona karşı gelip ayaklandı. Nefeslerim sıklaştı, gözlerim karardı. İyilik meleği karşımda dururken dengem yerle bir oldu.
O, beni yerle bir etmeyi başardı.
•
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss, heal and go
Fanfictionruhum yaralı, günlerim hep sayılı. karanlık iyilik meleğim, gel yanıma da öp, iyileştir ve git. kapat yaralarımı ama asla unutma, yarayı kapatan aşk, yaradan da derin. rosékook. ✓