Jungkook'a sığınmak, dört duvarı ve bir çatısı olan bir eve sığınmaktan çok daha güvenliydi; her zaman için. Her zamandan kastım, her zaman işte. Bir sokak lambasının tekinin altında oturmuştuk öylece. Ona sığınmıştım. Maç çıkışı beni sürüklemeye devam etmişti peşinde. Telefonuma en son baktığımda Jimin'den bir sürü arama ve gece üçe gelen saati görmüştüm aslında ama pek umrumda olmamıştı güzel kafamla.
Ben içmiyordum artık, ben çoktan sarhoştum onun kokusunu aldığım andan beri. Kafamı taşıyamıyordum uykudan. O da içiyordu. Yarınlar yokmuşçasına içiyordu hem de. Yoongi'nin torpiliyle aldığımız ağır içkilerin hepsini dakikalar eşliğinde diklerken gözleri bir noktaya takılmıştı. Düşünüyordu ve düşündükçe de sinirleniyordu.
Derin bir nefes alıp, "Jungkook." dedim öylece, çatallaşan sesimle. Bana döndüğünde sanki ona seslenen ben değilmişim gibi affaladım ve yüzüne bakakaldım.
"Roseanne." dedi o da bir şey söylemeyeceğimi anladığında. Seslenmek gibi değildi onunki, beni taklit eder gibiydi.
"Dudaklarından bir affettim duymak için seni kaç kere öpmem gerek?" Durdum. "Bana bir sayı ver."
Yüzüme sabit ifadesiyle bakmaya devam etti ve ardından yeniden önüne döndü. Saçma sorumu görmezden gelmesi doğaldı. Rom şişesini bir kez daha dudaklarına yasladı. Kafam yorgunca onun omzuna düştü. İçtiğim şişelere baktım, saymaya çalıştım ama sürekli karıştırdığım için başa dönmek zorunda kalıyordum ki bu bir süre sonra pes etmemi sağladı.
Sarhoş olmak ilk defa uykumu getiriyordu. Sebebi kokusu da olabilirdi tabii. Gözlerim kapanmamak için direniyordu. Önümüzden simsiyah bir kedi yavaş adımlarla geçiyordu ki bize baktı. Miyavladı birkaç kere, pas alamayınca da çekip gitti. Güldüm ama anlayamadım; kendime mi gülmüştüm yoksa kara kediye mi?
Br süre sonra, kirpiklerim birbirini bulacağı ilk an, "Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim." dedi Jungkook sessizce. Bu kadar yakın olmasam duyamazdım bile herhalde. Gözlerimi açık tuttum ama uyanık olduğumu bilsin istemedim. "Çünkü hiçbir zaman seni affedebilecek kadar kırgın olmayacağım sana."
Aldığım nefesi tuttum. Evren daraldı, gezegen daraldı, şehir daraldı hatta bu küçük sokak bile daraldı benim için. Zaman daraldı; ben şu küçük saniyeler içinde sıkışıp kaldım. Gözlerimi yumdum ama bu uykudan değildi, bu korkudandı. Aşk insanı sarıp sarmalardı fakat korkuturdu da. Ben korkuyordum, bağlanmaktan falan değil, ben bu sevgiyi hak etmemiş olmaktan korkuyordum.
Yumduğum gözümden bir yaş aktı sessizce, minik bir damlaydı sadece ama Jungkook, "Ağlama." dedi dudaklarını saçıma yaslarken.
Ağlamıyorum ki, diye itiraz etmeyi çok istedim ama dudaklarımdan çıkan tek şey bir hıçkırık oldu. Dayanağım olan omzunu çekti ve boşluğa düşen bedenimi omuzlarımdan tutarak dikleştirdi. Ağlamıyordum ki, sadece omuzlarım sarsılıyordu biraz. Yutkunamıyordum ama sorun yoktu, Jungkook buradaydı.
Elleri yüzümü kavradı. "Ağlama." dedi bir kez daha. Ağlıyordum. "Korkma." dedi zihnimi okuyormuş gibi. Korkuyordum. "Benim yanımda olumsuz hiçbir şey yaşatma kendine."
"Ben.." dedim ama devamı gelmedi.
"Seni o kadar çok seviyorum ki, tüm hatalarını görmezden gelebilirim. Tahmin ettiğinden çok çok daha fazlası sana olan sevgim. Gittiğinde sadece bekledim. Bekledim çünkü benden gidemeyeceğini biliyordum." Durdu, dilini alt dudağında gezdirdi. Baş parmağı gözümden akan damlaları siliyordu. "Sen bana ne olursa olsun gelirdin Roseanne, bir insan ne olursa olsun evine gelirdi. Ne mi oldu, geldin işte."
Dudaklarını ıslanmış yanağıma bastırdı hafifçe. Ben de kolları arasına girerek sığındım göğsüne. Dedim ya, ona sığınmak bir eve sığınmaktan daha öteydi benim lügatımda. Sakinleştirdi beni. Ben daha neden ağlayıp kendimi kahrettiğimi anlamazken o beni mırıltılarıyla sakinleştirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss, heal and go
Fanfictionruhum yaralı, günlerim hep sayılı. karanlık iyilik meleğim, gel yanıma da öp, iyileştir ve git. kapat yaralarımı ama asla unutma, yarayı kapatan aşk, yaradan da derin. rosékook. ✓