07

438 58 13
                                    

Zihnim uykudan tamamen uzaklaşmıştı fakat kirpiklerim bana inatla birbirinden ayrılmayı reddediyordu. Başım çatlıyordu, belim ağrıyordu. Dün gece gözümün önünden hızla geçtiğinde nerede olduğumu farkına vardım ve kendimi zorlayarak açtım gözlerimi. 

Onun evindeydim. 

Uzandığım koltukta yavaşça doğrularak duvar saatine baktım. Sabah beşi biraz geçiyordu. Tutulmuş boynumu tutarak üzerimdeki eşofmanlara kısa bir bakış attım ve ayağa kalktım. Dünbanyoda neredeyse uykuya dalmışken beni biraz tokatlayarak uyandırmış, eşofmanları vererek çıkmıştı banyodan. Sonrası zaten direkt koltuğa yayılarak uyumamdan ibaretti.

Kendime gelmeye çalıştığım saniyelerde bir anahtar ve kapının açılma sesi evi doldurdu. Dış kapıya doğru yürüdüğümde ayakkabılarını kenara koyan Chaeyoung ile göz göze geldim. "Bu kadar erken uyanmanı beklemiyordum.." diyerek siyah montunu da astıktan sonra mutfağa doğru yürüdü.

"Bu saatte nereden geliyorsun ki sen?" dedim kaşlarımı çatıp sandalyelerden birine otururken. Üzerinde siyah bir sweatshirt ve altında da siyah bir kot pantolon vardı. 

Suyu kaynatmak için kettle düğmesine bastı ve çıkardığı kupalara birer kaşık kahve attı. "Ateşin akşam düşmüştü ama boğazın hâlâ acıyor olmalı." Sorumu görmezden mi gelmişti az önce?

"Evet biraz," Ayağa kalktım. "Lavaboya gitmem gerek." Kafasını salladı. Salondan geçerken gördüğüm okul formam, kanepenin üzerinde ve dün duştaki hâline nazaran kuruydu. Yıkamış olmalıydı. 

Vakit kaybetmeden işimi hâlledip yüzümü yıkadım ve lavabodan çıktım. Sabahın ilk ışıkları balkonundan içeriye sızıyordu. Mutfakta oturarak telefonuyla uğraştığını gördüğümde yanına oturdum. Önümdeki kahvenin dumanı tütüyordu.  

"İç şunu, boğazını ısıtır." dedi çenesiyle bardağı işaret ederken. Bir yudum içtiğimde sadece boğazım değil, kahvenin geçtiği her yer ısısıyla yanmıştı. "Bir dahakine hasta olacağını hissedersen söyle de seni evime getirip bakmak zorunda kalmayayım." Telefonunu kilitleyip konuştuğunda samimiyetsizce güldüm, ciddi olmadığını biliyordum. 

"Emredersiniz hanımefendi." 

Dudaklarını bilmiş bir ifadeyle büzdü. "Emrederim tabii ki," İkimiz de güldük. "Neyse hazırlan, okul vakti gelince birlikte gideriz." 

"Motorunla mı?" dedim yüzümü buruşturarak. 

Omuz silkti. "İstemiyorsan yürüyerek gelirsin." 

"Bir gün, şunun yüzünden gerçekten kusacağım." Yüzüm rahatsızlığımı belli edercesine kırıştı ve kaskı kafamdan çıkardım. "Çok ciddiyim." 

"Zorlamadım ki, sen bindin." Okul kapısına doğru yürüdüğünde adımlarımı hızlandırarak ona yetiştim. "Ayrıca soğuk alıyorsun, dikkat et; ceket falan giy." 

"Tamam anne," Annem bile kurmamıştı ki bu cümleleri hiçbir zaman.. 

Birlikte binaya girdik, ardından sınıfa. "Ders ne?" dedi sırasına geçmeden önce, ben sırama oturduğum anda. 

"Nasıl öğrencisin sen?"

"Bırak onu," Elini masama yasladı. "Dersi söyle sen."

"Tarih," dedim kitabımı masaya koyarak. Dersi duyduktan sonra gözlerini devirdi ve mayışık adımlarla sırasına yöneldi. Hiç uğraşmadan çantasını koydu ve ardından uykuya hazırlanarak hırkasını yastık niyetiyle masaya yerleştirdi. Kafasını da koyduktan sonra, "Benden sana bir tavsiye tarih hocası derste uyuyanları sevmeyen birisi, not kırmak için de yer arıyor." dedim sesimi yükselterek.

Kafası fırladı, yüzünü ekşiterek bana baktı. "Ciddi misin?" Ona gayet ciddiyim bakışlarımı göndererek önüme döndüm ve gülmemi bastırmaya çalıştım.

Dersin yarısına gelmemişken uykuya daldı; tam da ondan bekleneceği gibi. Öğretmen tahtaya her döndüğünde ona bakıyor, bazen uzun uzun dalıyordum. Önümde duran deftere istemsizce bir şeyler karalamaya başladım. İlk defa dersi bırakıp, başka bir şeyle ilgilendim ve bundan rahatsızlık duymadım.

Onu çizmiştim.

Kalem elimden kurtulup masayla buluştuğu sırada yüksek zil sesi beni kendime getirmeye yetmedi. Yutkunarak kağıdı buruşturdum ve cebime attım ani bir hareketle. Neden nefeslerim sıklaşıyordu?

Sonraki derslerin çoğunda uyudu Roseanne, sadece öğle arasında benimle kısaca yemek yemişti. Tabii yine arada atışmış, hocaları eleştirmesini dinlemiştim sakince.

Okul çıkışı, birlikte onun motorundan biraz uzağında duruyorduk. "Ben şoförle gitsem daha iyi olur, dershaneye gitmem gerekiyor."

"İyi, git o zaman." Kısaca el salladıktan sonra tıpkı her zaman yaptığı gibi hırkasını beline bağlayarak motora doğru yürüdü. Kokusunu alabilmiştim yine.

Elimi havaya kaldırarak, "Roseanne!" diye seslendim. Bakışları bana döndü. "Teşekkür ederim.. Dün gece için yani." Hafifçe gülümsedi ve başını salladı rica edercesine. 

Ellerim cebimi buldu ve o gittikten sonra arkasından baktım bir süre, kalbimde bir şeyler filizlendi; ne olduğundan emin değildim fakat huzurlu hissettirdiğinden emindim. 

kiss, heal and go Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin