Birçok şey biliyormuş gibi hissetmiştim bu zamana kadar aslında. İnsanlar hakkında da yeterli bilgim olduğunu düşünüyordum bir aralar. Çevremdeki herkesi çözebiliyor gibi hissediyordum fakat bu benim başarım değildi, ben bunu geç anlamıştım.
Çevremdeki herkesi çözebiliyordum çünkü hepsi birbirine benziyordu.
Fakat Roseanne Park Chaeyoung çok farklıydı. O, kimseye benzemiyordu. Kimse gibi değildi. Tahmin edilebilir bir kişiliği yoktu bir kere.
Bunları düşünüyordum çünkü gerçekten beni bir hastaneye getirmesini beklemiyordum. Ya da odalardan birine girip 13-14 yaşlarındaki hasta çocukla kısa bir sohbet etmesini de beklemiyordum. Kapı aralığında durmuştum bu yüzden sessizce. Ne olduğunu çözmeye çalışıyordum.
"Jungkook," dedi Roseanne sakince. "Gelsene." Gözlerimi kırpıştırdım birkaç saniye, sonra yanlarına yaklaştım. "Bu Sunghoon. Sunghoon, bu da Jungkook."
"Memnun oldum." dedim ufak bir gülümsemeyle elimi uzatırken. Bana çatık kaşlarıyla bir süre baksa da bu kötü bir bakış değildi. Uzattığım elime sadece çaktığında havalanan kaşlarımla güldüm ve yandaki sandalyeye oturdum.
Alayla yatağın kenarında oturan Roseanne'e baktı ve, "Tam kendin gibi birini bulmuşsun işte." dedi homurdanarak. "Sen de mi bu kız gibi kavgalara karışıyorsun düzenli olarak? Anladım, tamam, karşı taraf daha kötü durumda şu an."
Dudaklarımı birbirine bastırdığımda Roseanne Sunghoon'un kafasına vurmuştu hafifçe. "Aptal çocuk, o öyle biri değil."
"Nasıl biri Chaeng?" İsmine yaptığı değişiklik beni gülümsetti. "Ah, yoksa doğru insanı sonunda buldun mu?"
"Konuşma şöyle boş boş, seni dinlemeye mi geldik buraya?"
"Evet, hep yaptığın gibi." Roseanne göz devirip bana baktığında omuz silkmiştim sakince. "Annemle konuşmadın mı?" Sunghoon böyle söyleyince duraksadım.
"Seni ilgilendirmez," Kardeş olabilirler miydi? "Neyse, Jungkook seni merak ettiği için gelmiştik ve şimdi gidiyoruz." Roseanne ayağa kalkıp yanıma geldi. "Daha işlerimiz var."
Sunghoon sırıtmıştı. "Ne işi?"
"Bana bak, ayağımın altına alırım seni. Düzgün konuş."
"Ben düzgün konuşuyorum Chaeng, sen düzgün anlamıyorsun."
Gözlerimi ikisi dışında her yerde gezdirirken -utancım ağır basıyordu- Roseanne uyarıcı bir tonda, "Sunghoon." demişti. Sunghoon da ondan sonra gülmesimi bastırmaya çalışarak televizyon kanallarında gezinmeye başladı.
Onunla vedalaşmamız, motorla kalabalık bir caddeye gelmemiz ve birer çikolata almamız çok hızlı gelişmişti aslında. Şu sıralar zaman algımı kaybetmiş gibi de hissediyordum.
"Sunghoon kardeşin mi?" dedim çikolatamı açarken.
Gözleri insanlar üzerinde dolaşıyordu. "Evet, öyle." dedi sakince. "Ve evet hasta. Kanser, son evre." Yutmaya çalıştığım çikolata boğazımda kalırken sessizce yürümesine ayak uydurdum. "Merak etme," diye mırıldandı omzuma vururken. "Artık üzülmüyorum, emin ol Sunghoon da böyle düşünüyor."
"Yani.. Bilmiyorum yine de üzücü bir durum." Bana baktı, öylece, dümdüz. "Geçmiş olsun."
Ağzındaki çikolatayı yuttu. "Teşekkürler."
"Peki ailen?" Bu soruyu sormam ne kadar etiketi bilmiyorum çünkü Sunghoon'la bile annesi hakkında konuşmak istememişti.
"Park Jimin'i tanıyor musun sen?" dedi hafifçe gülerken. "Hani şu sarı saçlı, artist, model çocuk."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss, heal and go
Fanfictionruhum yaralı, günlerim hep sayılı. karanlık iyilik meleğim, gel yanıma da öp, iyileştir ve git. kapat yaralarımı ama asla unutma, yarayı kapatan aşk, yaradan da derin. rosékook. ✓