14

339 42 16
                                    

Ne söyleyebilirdim bilmiyordum ama tek bir şey biliyordum ki etraf gürültülüydü. Bağıran insanlar bir yana, bana neredeyse toslayacak insanlardan bile kılpayı kurtuluyordum. Herkes kaba ve sarhoştu.

"Evde de kalabilirdin." dedi Roseanne rahatsız suratımı gördüğünde. "Pek eğlenmiyorsun gibi."

"Olsun, seni izlemek istiyorum." dedim omuz silkerken. Yarışı vardı ve bu yarışta Jaehyun da yarışacaktı, gelmek istemiştim.

Bileğimden yakalayarak beni kendine çekti. Bedeni motoruna yaslıydı ve kolunun altında kaskını tutuyordu. "Şans öpücüğü," dedi neşeli bir sesle. Gülümseyen dudaklarıyla dudaklarımı buluşturdu hızlıca.

Yarışmacıların toplanmaya başladığını fark ettiğimde öpücüğünü yarıda bölerek uzaklaştım ondan. "Hadi gitsene sen de."

"Gidiyorum." derken gözlerini kısmıştı sinsice.

O yavaşça motoruyla uzaklaştığında arkasından gülüyordum fakat gülüşüm, "Salak mısın?" sesi yüzünden pek uzun sürmedi.

"Efendim?" dedim yavaşça omzumun üzerinden arkamı dönerken. Jaehyun'u görmek beklemediğim bir şeydi elbet ama bozuntuya da vermedim çok. "Bana mı dedin?"

Elleri cebindeyken rahat bir tavırla bana yürüdü. "Hm," derken oldukça samimiyetsizdi. "Sana dedim, salak mısın?"

"Ne istiyorsun?" Yüzüm buruştu. "Neyin kuyruk acısı bu?"

"Roseanne'e güvenme derim Jungkook. O böyledir," Yanıma geldi ve yüzünü yanındaki kadınla sohbet eden Roseanne'e çevirdi. "Öper yaralarını şefkatle, güzelce iyileşirsin ve sonra gider. Öp, iyileştir ve git; Roseanne bundan ibaret."

"Yanılıyorsun Jaehyun," dediğimde alayla gülmüştü. "Defol git."

Uzaklaşacaktı fakat duraksadı. "Seni her öptüğünde hatırla bunları Jungkook, ondan her şefkat gördüğünde hatırla. Tam bir aptal olduğunu anımsa."

Ona cevap vermek istedim fakat ne söyleyebilecek bir şey, ne de fırsat bulabilmiştim hızla gidişinden. Olduğum yerde öylece dururken kafamı önüme eğdim. Pisliğin tekiydi.

Roseanne kaskını takmadan önce bana son bir kez baktı. Moralimin düştüğünü anladığından çatılan kaşlarını gördüğümde zoraki bir gülümseme sundum ona. O da bana hafifçe göz kırparak kaskı kafasına geçirdi.

Yarış, izlediğim ve duyduğum yarışların çok daha ötesindeydi. Toplam on kişiydiler sanırım. Roseanne benimle sürdüğünün on katı kadar hızlı sürüyordu ve bu yüzden her an bir şey olacakmış gibi endişelenmekten kendimi alıkoyamıyordum.

Bir an benim göremeyeceğim kadar uzaklaşmış olsalar da, başlangıç çizgisine geri yaklaştıklarında en öndeki Roseanne'i fark ettim. O kadar havalıydı ki, dudaklarım istemsizce aralanmıştı.

Yarışı ilk bitirip motorunu zorlukla frenlediğinde bulunduğum tribün tarzı yerde çığlıklar ve tezahüratlar yükseldi. Çoğu buna para yatırmıştı, sevinmeleri çok doğaldı. Roseanne kaskını çıkarıp bana doğru gelirken tüm bakışların üzerinde olduğunun farkındaymış gibi ciddiydi. Gülesim geldi o an ve güldüm de.

Fakat sonra bir şeyler oldu. Tam anlamlandıramadım ama Roseanne gerçekten sıçtığımızı anlatan bir bakış attığında korku beni de sarmıştı. Hızlı adımlarla ona ilerlediğimde yükselen siren sesleri ve ışıklar ile anladım ne olduğunu. Polisler gelmişti ve buradan hemen gitmeliydik.

Tabii, becerebilirsek..

Becerememiştik tabii..

Roseanne'in motoruna binip kaçmayı denesek bile polisler  dört bir yanı sardığından bu pek mümkün olmamıştı. Şimdi yan yana parmaklıklar arasındaydık, yalnız da değildik ayrıca hemen hemen oradaki bütün insanlar buradaydı.

"Of," dedi Roseanne dirseklerini parmaklığa, yumruklarını da kafasına yaslarken. "Zaten salacaklar niye burada tutuyorlar."

"Doğru sen alışkınsın." dedi Jaehyun yan taraftan burnunu sokarak. "Daha neler var sende Jungkook'a göstermediğin ya?"

"Kapa çeneni," dedi Roseanne sert bir tavır takınırken.

Jaehyun ona cevap vermek adına dudaklarını araladığında atışmanın uzamaması için dua ediyordum. Tanrı bu sefer yüzüme güldü, bir polis memuru tarafından demir parmaklıkların kilidi açıldığında rahatlayarak Roseanne'e döndüm.

Polis, "Yine şanslısınız, tanıdık olmasa kurtuluşunuz yoktu bu sefer." dediğinde duraksadım bir an.

Roseanne benim aksime bir şeyler anlamış olacak ki kolumdan tutarak beni dışarıya sürükledi. Kapıya çıktığımızda çatık kaşlı annemi ve babamı görmek biraz garip hissettirmişti doğrusu. Utanmıştım sanırım.

"Kapıdayım Jungkook," dedi Roseanne kısık gözleriyle iki adım atmışken. Annemin tam dibinden geçerken, "Seni bekliyorum." dedi ve gitti.

"Jungkook?" dedi babam hesap sorarcasına. Eli yumruk hâlini aldı. "Eve gidiyoruz." Görüşeceğiz demenin başka bir yoluydu bu aslında onun lügatında.

Başımı dikleştirdim. "Hiçbir yere gelmiyorum."

"Düzgün konuş, duruşunu bil." dedi annem keskin sesiyle.

"Ne konuştuğumun farkındayım anne, ben gelmiyorum." Yanlarından geçtim, ilk defa korkusuzca.

Babam, "Dönüşün yok bu yoldan." dedi. "Beş parasız kalsan bile yok."

Adımlarım durmadı ama yavaşladı. "Dönüşün canı cehenneme." diye seslendim binadan çıkmadan önce. Arkama bile bakmadım ve kendimi soğuk havanın kollarına bıraktım.

Roseanne oradaydı, kendi motorundan inen bir kıza gülümsüyordu. Yanlarına gittiğimde kız yavaşça uzaklaştı ve bizi yalnız bıraktı. Tereddüt duymadan kollarımı Roseanne'in etrafına sardığımda derin bir nefesle karşılık verdi bana. Birbirimize sıkıca sarıldık bir süre. Hatta sanırım annemler çıkınca da bizi görmüş olabilirlerdi.

"Kullanmak ister misin?" dedi benden ayrıldığında. Kafasıyla motorunu işaret etti. "Bence yapabilirsin."

"Saçmalama," dedim elimi motora yaslarken. "İkimizi de öldüreyim mi istiyorsun?"

Kaşlarını kaldırdı, sanki evet demek istiyormuşçasına. Ona gülerek kafamı iki yana salladığımda motorun arka kısmına oturarak bana önünde yer bıraktı. "Yardım ederim." derken güven dolu bir ses tonu taşıyordu cümleleri.

Kararsızlıkla önüne oturduğumda bana ne yapmam gerektiğini anlattı kısaca. Anladığımı çok düşünmüyordum ama yapabilirdim bence. Bu yüzden çok hızlı olmayacak şekilde gazlayarak karakoldan uzaklaşmaya başladım. Dengesini kurmakta baya zorlanmıştım ilk dakikada ama alışmam da uzun sürmedi.

Onun evine kadar huzurlu ve biraz da aksiyonlu bir şekilde sürdüğümde kendimi tebrik ediyordum içten içe. En azından ölmemiştik. Kolay değildi ama Roseanne yardım edince rahatlamış ve yapabilmiştim.

"İlk sürüş için mükemmeldi." dedi biz binaya girerken. "Daha öğrenmek için zamanın da var."

"Öğretmek için," dedim ona ekleme yaparken. Asansöre bindik.

Hiçbir şey söylemeden ayakları üstünde yükseldi ve çenemden yakaladığı gibi dudaklarını dudaklarımla buluşturdu. Masum bir öpücükten ateşli bir öpüşmeye döndürdüğü teması eve girerken de devam ettiğinde üst dudağımla ilgilenen dudaklarının gülümsemekten gerginleşmesi karnımda uçuşan kelebeklerin tek sebebiydi.

Sanırım uzun bir gece olacaktı.


kiss, heal and go Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin