08

456 56 21
                                    

Anlatılan konular yüzünden uyuşmuş beynim ile dershaneden çıktığım sırada bir ölüden farksız göründüğümün bilincindeydim. Saatlerce okul, bir de üstüne dershane beni yeterince zorlamıştı ve tek yapmak istediğim eve gidip temiz bir uyku çekmekti.

Şoförü aramalıydım, dershaneden istediğimiz zaman çıkabileceğimiz için beni burada beklemiyordu, bu yüzden onu aramalıydım. Telefonumu almak için cebime giden elimi, burnuma gelen keskin alkol kokusu durdurdu. Bu anı bir kez daha yaşamıştım, belki de uykusuzluğumun bana getirdiği yan etkilerden biriydi.

Fakat birkaç saniyede ensemi tutan el, hayal olamayacak kadar gerçekti. Benim kontrolüm dışında ayaklarım sürüklendikleri yere gitmeye başladığında kurtulmak adına çırpınmayı denedim ama fazlasıyla başarısızdım.

Gözlerim çekildiğim karanlıkta karşımdaki bedenleri seçmekte zorlanıyor olsa da, "Seni uyarmıştım Jeon." diyen sesi anında tanımıştım. Not isteyen çocuktu bu, ensemi bırakmamaya yemin etmiş gibi sıkıca tutmuştu.

Ağzımı aralamak istedim ama istemekle kaldım çünkü elmacık kemiğimin üzerine sertçe inen yumrukla sustum. Sendelediğimde arkamdaki duvardan destek alarak ayakta durmaya çalıştım. Kafamı kaldırdım, bir yumruk daha indi yüzüme. Yakalarımdan kavrayarak kafasını geçirdiğinde de daha fazla duramadan yere çöktüm. Durmadı, tekmeleriyle devam etti. Karın boşluğuma vurdukça hissettiğim acıyı tarif edemeyecek hâle geldim.

Adeta saniyeler gibi geçen dakikaların sonunda bilincimi kaybetmemek adına büyük bir çaba sarf ediyordum. "O sürtüğe söyle, senin arkanı kollamaktan vazgeçsin artık." Onun bir adı var.. 

Damağıma metalik bir tat yayıldığında yüzümü buruşturarak doğrulmaya çalıştım. O sokaktan umursamaz bir tavırla çıktığında karnımdaki sızıya rağmen dik durmayı başarabilmiştim. Elimi burnuma doğru götürdüm, burnum da kanıyordu. Ağzım gözüm yer değiştirmiş gibi hissediyordum doğrusu.

Telefonumu çıkardım, ağır ağır rehbere tıkladım. Kimi arayacaktım? Annem asla olmazdı, babam olmazdı. Arkadaşım mı vardı ki?

Durdum. Parmağım onun ismi üzerinde durdu ve ben ismine tıklarken bir an bile düşünmedim.

Çaldı, çaldı, çaldı.. Açan olmadı. Başka birini arayabilir miyim diye rehberde gezindim ama hayır, elim yine onun numarasına vardı. Bir daha çaldırdım, bir daha açılmadı. Sonra bir kez daha denedim, yine olmadı. Son kez..

"Efendim Jungkook?" dedi açar açmaz. Sesi sakin değildi, kesik kesik ve aceleci çıkıyordu. "Acil değilse lütfen başka bir zaman diliminde konuşabilir miyiz?" Arka planda yükselen tekerleklerin gıcırtısı o kadar yüksekti ki konuşsam bile beni duyar mıydı emin olamıyordum. "Cevap ver bana Jungkook," Rüzgarın uğultusunu da duyuyordum. Cevap ver, demişti; ağzımı aralayacak mecalim yoktu, olmuyordu. "Sikeyim, konuşsana!"

Bağırırken bile yanından geçen motor seslerini seçebiliyordum. "Ben.." dedim zorlukla. Ağzımı ikinci kere araladığım sırada kulağıma büyükçe gelen son derece rahatsız ses susturdu beni. Motoru durdurmuştu; seslerin kesilmesinden ve ani freni yüzünden çıkan gıcırtıdan anlayabilmiştim.

"Sikeyim.." dediğinde yerimde biraz daga doğrulmayı denedim. "Neredesin? Konuş." Motoru yeniden çalıştırdı. "Jungkook sikerim seni konuş! Neredesin?"

"Bilmiyorum," Harfler ağzımdan adeta yuvarlanarak çıkmıştı. "Dershaneye yakınım sanırım."

Derin bir soluk bıraktı Roseanne, hissetmiştim düşen yüz ifadesini. "Tamam, bekle orada. Geliyorum ben."

"Özür dilerim." dedim istemsizce. Neden dilemiştim kendim bile anlayamıyordum fakat dilemek istemiştim bir anlığına. "Yani-"

Rüzgarın uğultusu kulaklarımı okşarken, "Sen.. Gerçekten. Cidden." diyen sesi söyleyeceklerimi bölmüştü aslında. "Seni döveceğim Jungkook. Kendini hazırla buna."

"Yemin ederim kolumu kaldıracak hâlim bile yok." Gülmüştüm bunları söylerken. Ortada gülünecek hiçbir şey de yoktu üstelik.

"O zaman benim için kolay bir galibiyet olacak." O da güldü sonra. "Dershanenin önüne geldim de, umarım bulabilirim seni."

"O kadar çabuk mu?" Dudaklarımı büzdüm. "Sağ taraftaki bir sokaktayım, muhtemelen ikinci veya üçüncü."

"Sana bir şey söyleyeceğim," dediğinde istemsiz bir nefesi buyur etmiştim dudaklarımdan içeri. Kaburgalarım acımıştı bu yüzden. "Burası sol tarafa düşüyor." Sesi telefondan değil de tam kafamın üstünden geliyordu.

Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda çatık kaşlarla beni izlediğini fark ettim. Evet, sanırım gerçekten de bana kızgındı. Haklıydı da, malın tekiydim.

"Kalkabilecek misin?" Elini bana uzattı, deri bir eldiven takmıştı. "Bak seni sırtımda taşıyamam, tamam mı?"

Elini tuttum. "O kadar kötü olduğumu sanmıyorum." Beni çektiğinde tüm vücudum iki büklüm olmuştu bir anda.

"Evet, eminim, o kadar kötü değilsindir." Alayla kurduğu cümleyle dudağımı içten dişlemeye başladım. "O orospu çocuğuna bu meseleyi kişisel bir konu hâline getirmemesini söylemiştim." Beni yürütürken kurduğu cümleye verebileceğim tek cevap sessizlik oldu.

Sonra, sokağın başına geldiğimizde yani, kaskımı takarak motoruna binmeme yardımcı olmuştu. Tutunabileceğimden o da emin değildi fakat ben korkak bir insandım; ölümden açıkça korkardım ki gerçekten sıkıca tutunmuştum ona.

Beni bir yere getirdi. Neresi bilmiyordum çünkü mekan algım kaymıştı. Gerçi ayık olsam da nereye geldiğimizi pek tahmin edemezdim. Sadece ışıklı bir yerdi işte. Belki de bir bardı, filmlerde oluyordu bazen. O kadar dağınık, o kadar kalabalıktı ki incelemem bile uzun zaman alıyordu. İğrenç kokuyordu ayrıca. Demir merdivenlerden çıkarak bir kapının önüne geldik. Kapıyı bir çocuk açmıştı bize, hiçbir şey anlamasa da odadaki kırmızı koltuğa oturmama yardım etmişti.

Benden biraz ötede duruyorlardı. "Yoongi," dedi Roseanne çocuğa. "Kusura bakma yakındı diye getirdim. Sana sonra açıklarım tüm olayı. Şimdi icabına bakayım da.."

Yoongi dediği çocuk elleri cebinde beni süzdü kısaca. "Yine ne belaya bulaştın bilmiyorum ama sana güveniyorum." Chaeyoung'un omzunu sıktı. "Ha, bir de Jaehyun geldi. Çıldırmış. Her yerde seni arıyor farkındasın değil mi?" Kısık sesle söylemişti bu sondakileri.

Tabii ya, bir de Jaehyun vardı.

"Onunla ben ilgilenirim." Roseanne bunları söylerken kaşlarını çatmıştı. Yoongi birkaç şey mırıldanarak odadan çıktığında gergin nefesler almaya devam ediyordum.

Hiçbir şey söylemedi bana. Gerçekten şaşırdım çünkü on beş dakikalığına yaralarımı temizlerken ağzını dahi açmadı. Ben de sustum bu yüzden. Çok şey söylemek istedim ama sustum.

"Sen," dedi en sonunda. Elindeki pamukları çöpe atıp karşımdaki koltuğa oturdu. "Gerçekten gerizekalısın."

"Çok içten söyledin." diyebildim.

"Bir daha seni bir sokaktan şu hâlinle çıkarırsam bozuşuruz." Gözlerini kıstı. "Bana söz ver."

"İstediğin sadece bir söz ise, seve seve."

Dilini yanağında gezdirdi sertçe. "Kendini koruyacaksın."

Boğazımı temizledim öksürerek. "Pekala, söz."

"Tutamazsan ölüme terk ederim seni. Şaka yapmıyorum."

Cevap veremedim. Konu hemen kapansın falan istiyordum. Hiç hoşnut değildim bunları konuşmaktan. Zayıftım, zayıf olduğum için kendimden nefret ediyordum fakat yapabilecek bir şeyim yoktu.

"Buralarda mı takılıyorsun her gece? Senin evindeyken de geç gelmiştin hani.."

Yüzündeki ifade yumuşadı. Hatta güldü bile. "Gerçekten öğrenmek istiyor musun?"

salak saçma yerlerde kesiyorum

kiss, heal and go Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin