❝En çok giden mi kanar, kalan mı?❞Bana kalırsa, insanın hayatını travmaları yönlendirirdi. Kimisi bu travmalar için intikam hırsıyla yanıp tutuşur, kimisi onların gölgesinden hiç ayrılamazdı. Travmalar çizerdi insanın hayat çizgisini.
Bunu kabullenmeden önce, travmalarımı silmek için elimden gelen her şeyi yapmıştım. Öyle ki, mesleğimi elimden alabilecekleri o hatayı yapmış, reçeteli ilaç bile kullanmıştım. Hayır, hiçbiri bana uykularımı vermemişti.
Hayatta ne kadar çabalasam da hiçbir şey bana çocukluğumdaki umut dolu o kızı verememişti.
Bir kız çocuğu on üçünde ölür, on dördünde kadın olarak ayağa kalkabilir miydi? Fiziksel olarak belki bu mümkün değildi ama travmaları, insanın içindeki çocuğu öldürmekle kalmıyor, seni yaşının iki katı olgunluğa eriştirerek, büyük bir kadın yapıyordu.
Küçüklüğümde, birinin çocuk kadın, tanımını kullandığını duymuştum. Çok sevdiğim biriydi, dudaklarından dökülen her kelimeyi dikkatle dinlerdim. Çocuk kadın benim kızım, derdi. O kızın da çocuk kadın olduğunu biliyordum, kendimin de çocukken, kadın olmak zorunda bırakılmış, küçük bir kız olduğumu biliyordum.
Kabulleniyordum.
İnsan hayatın ona verdiklerini kabullenmeden yaşayamıyordu. Önce kötü olduğunu kabulleneceksin, dipte olduğunu fark edecek, karanlığın seni boğmasına izin vereceksin ki; gün doğduğunda, geçen günlerin hatrına yaşamaya, nefes almaya, dahası rol yapmaya devam edebilesin.
Kendi hayatım dışında öyle hayatlar görmüştüm ki, bazı geceler benden uykularımı almıştı. Çok uykularım varmış gibi, bir de onları daha da ulaşılmaz yapan bir mesleğe sahiptim. Kendimi bildim bileli olmak istediğim meslekteyken bile neden mutlu değildim bilmiyordum. Hayır, biliyordum. Ben bu meslekteki günlerimi hayal ederken yanımda olan kişiler şimdi yoktu, beni göremiyorlardı; üzerimdeki beyaz önlüğe gururla bakamıyorlardı.
"Bazen size çok kızıyorum, biliyor musunuz?" dedim, içi boş olan mezarların başında durarak. Ağlamamak için çabaladım çünkü benim anne ve babamın, mezarı bile yoktu. Olmasına izin vermemişlerdi. Ben kendim bir mezar taşı dikmiş, onlar içindeymiş gibi konuşuyordum. Çünkü ben onları özlemeyi hiç bırakamıyordum.
Burası şehitlikti. Ne zorluklarla içi boş mezar hazırlattığımı ben biliyordum ama bazı insanlara seçim şansı vermemiştim. Bir şekilde içi boş da olsa anne ve babama hak ettikleri yerde mezar açtırmıştım.
"Bizi bırakıp gittiğiniz için çok kızıyorum ama uğruna öldüğünüz şeyle de gurur duymuyor değilim." Mezarlarına ektiğim çiçeklere baktım. "Sizi çok özlüyorum. Dahası, ben bizi çok özlüyorum. Biz dağıldık anne." Annemin mezar taşına değdi elim. İsimleri dahi yazmıyordu çünkü bazı isimsiz kahramanlar vardı; ne yaşarken tanırdı insan onları, ne öldüklerinde. "Biz mahvolduk baba." Titreyen ellerim, babamın mezar taşına değdi. Elimde kalan çiçekleri, babamın hemen yanındaki mezarlara ekmiştim. Kim olduklarını bilmiyordum, mezar için direttiğimde, burayı hazırlamışlardı.
Mustafa Kemal Soydaner ve Nilay Soydaner kim bilmiyordum. Ama Mustafa Kemal Soydaner'in, bir havacı asker olduğunu mezar taşındaki armadan biliyordum. Onların mezarına çiçekleri dikkatle ekmekten hiç rahatsız duymadım. Onlar için de dua okudum ve eğer geride bıraktıkları biri varsa, onun için de üzüldüm.
Kendimden biliyordum, gidenlerin arkasından kalmak kolay değildi. Çok isterdin onlarla gitmeyi ama hayat izin vermezdi, seni o nefret ettiğin nefesi almaya mecbur bırakırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRGIN RUHLAR SENFONİSİ
Mystery / Thriller❝Kırgın ruhlar senfonisi; kimisine ölüm ninnisi, kimisine yaşam emaresi.❞ Hayatını travmalarının yönettiğinin bilincinde olan bir kadın, onlardan kaçmayı hiç bırakmaz, onlar da onu kovalamayı. Kaçmayı yaşamak olarak görür çünkü başka türlü yaşamayı...