"Bunu yapmak zorundayız!" diye bağırdım operasyon odasında. "Onu orada bırakmayacağım!""Gidemezsin!" dedi şef masaya vururken.
"Bakın," demeye çalıştım. "Ben girmezsem, onlar kendilerini çıkaramazlar. Ekip o kampa giremez, herkesi yığmışlar içeri!"
"İfşa olursun!" diye bağırdı koyu kahve gözlerini öfkeyle üzerime dikerek. "Bunu mu istiyorsun?!"
"Göze alıyorum!" dedim. "Yemin ederim."
"Hayır," dedi şef sertçe. "Hayır!"
"Şef, Rena haklı," dedi Ayhan dakikalar sonunda.
"Bence de," dedi Işıl. "Biz dışarıdan destek verebiliriz ama içeri giremeyiz. Bir özel kuvvetler ekibi de bizimle gelirse onları oradan alırız."
Korhan bilgisayar başındaydı. "Yeni kamp orası, bizden önce o bilgiye nasıl ulaştılar anlamadım. Ama Rena haklı, içeri biri girmezse, onları çıkaramayız."
"Alexey şüphelenir," dedi şef. "Ben de biliyorum onların başka türlü çıkarılamayacağını!"
"Bırakın yapayım," dedim.
"En özel ekip o şef," dedi Işıl. "Acil kurtarma ekibi. Çok özel eğitildiler hele yüzbaşı? Yüzbaşıyı kaybetmeyi göze alamayız, hiçbir askerin şehit edilmesini göze alamayız. Vaktimiz var, bırakın gidelim."
Şef durdu, düşünüyor gibiydi. "Daha iyileşmedin bile!" dedi bana.
"Dayanırım," dedim ısrarla. "Yalvarırım vakit harcamayalım. Alexey'in gittiğimden haberi bile olmaz. Kampın başında Rojbin var, bana sorun çıkarmayacaktır."
"Tamam," dedi șef. Kararsız gibiydi. "Çabuk çıkın yola." Şırnak'taydık. Burada toplanmıştık. Kampa girmemiz altı saat sürmezdi, araç ayarlayabilmiştim. Her şey planlıydı. Koşar adımlarla eski banyoya gittim. Getirdiğim peruğu taktım önce, sonra lenslerimi. Üzerimde siyah pantolon ve kazağım vardı. Parmağımdaki kaba duran sargıları çıkarmış, daha hafif bantlarla bantlamıştık. Bileğim iyi durumdaydı. En azından öyle olmasını ümit ediyordum. Boğazımdaki maskeyi burnumun üzerine kadar örttüm. Sarı saçlar omuzlarıma dökülüyordu. Şapkayı da takıp çıktığımda herkes hazırdı.
Ortadaki silahlardan alabildiğim kadarını üzerime aldım ve yola çıktık. Altı saat içinde kampa yakın bir yerde onlar indi, ben araçla devam ettim. Militanlar bana silahlarını doğrulttuklarında, içeriden gelen Rojbin geçmemi sağladı. Arabayı bıraktım. İndiğimde, "Gelen askerleri mi duydun?" dedi Kürtçe. Keyifliydi.
"Kampı kontrole geldim," dedim. "Çok kalmayacağım. İşlerim var."
Başını salladı. Önce bana kampı gezdirdi, en özel askerleri gösterdi. Çoğu militan eğitimdeydi, eğitim bu kampta yapılıyordu. Sonra silah deposuna gittik. Korkunç silahlar vardı. Hangi ara bu silahlara sahip olabilmişlerdi? Üzerindeki numaraları hızla aklıma kazıdım. Büyük T harfi vardı hepsinde. Ve gülü sarmış dikenli bir motif vardı. Bunu zihnime kodladım.
Depodan çıktığımızda, "Ben askerlere bakacağım," dedim. Güldü. Beni götürdüğü yer kampın hafif uzağında kalan bir yerdi. Kaşlarım çatıldı çünkü mağarada değil, yerin altındaki bir mahzendelerdi. Buz kestim. Gerçekten, buz kestim. "Son on iki saatleri kaldı," dedi Rojbin. "O zamana kadar oynuyoruz." Aşağıdan bağırtı sesleri geliyordu.
Birlikte aşağı indiğimizde, hafif aydınlatılan yer çok kötü kokuyordu. Büyük bir alandı burası, taş duvarlara zincirlemişlerdi Merih, Tarık ve Mustafa'yı. Merih, önündeki militan yüzünden beni görmüyordu ama Tarık ve Mustafa'nın bakışları hemen bana döndü. Mustafa yaralıydı. Tarık'ın yüzü kan içindeydi, elleri de öyle. Üzerindeki üniforması yırtılmıştı, yaralarından kan sızıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRGIN RUHLAR SENFONİSİ
Mystery / Thriller❝Kırgın ruhlar senfonisi; kimisine ölüm ninnisi, kimisine yaşam emaresi.❞ Hayatını travmalarının yönettiğinin bilincinde olan bir kadın, onlardan kaçmayı hiç bırakmaz, onlar da onu kovalamayı. Kaçmayı yaşamak olarak görür çünkü başka türlü yaşamayı...