2

120 14 1
                                    

dershanenin ilk günü jisung'un beklediği gibi geçmemişti pek. dışlanma korkusu ve kendisine sonradan gelip en yüksek sınıfta olan fen lisesi öğrencisi gözüyle bakacaklar diye korkuyordu ama sınıfta korktuğu gibi bir şey olmamıştı. sadece hocaların sürekli soru sorduğu ilgi odağı olmuştu o kadar. öğrenciler gayet rahat bir şekilde kendi hayatlarıyla ilgilenmeye devam ediyorlardı. dershaneye yeni bir öğrencinin gelmesi onları çok da alâkadar etmemiş gibiydi. bu jisung için güzel bir şeydi çünkü bu sayede insanlarla gereğinden fazla konuşmak zorunda kalmamıştı. dershaneyle ilgili soruları olduğunda da ilk tanıştığı kişi olan karina'ya sormuştu aklına takılanları. biraz fazla soru sorduğunu söyleyebilirdi sanırım. hatta bir ara karina'nın kendisinden bıkacağını bile düşünmüştü ama bugünkü bütün tahminlerinin yanlış çıkması gibi bu da tutmamıştı.

dershane çıkışında da karina ile birlikte çıkmışlar ve hayatlarından bahsederek uzun uzun sohbet etmişlerdi. annesinin aramasıyla birlikte sonunda ayrılmak akıllarına gelmiş, biraz üzgün hissetseler de farklı duraklardan binecekleri için yollarını ayırmak zorunda kalmışlardı. jisung sınıfındaki herkesin adını az çok öğrenmişti fakat en sık duyacağını düşündüğü isimler karina'nın sürekli atışma hâlinde olduğu ama bir o kadar da yakın arkadaş oldukları belli olan kişilerdi. yoon sanha, grubun en tatlı tiplerinden biriydi. konuşması yanıltıcı değilse eğer, gayet hoşgörülü ve açık fikirli bir insandı. son youngjae ise sanha'nın sıra arkadaşıydı. çoğu şeyi dalgaya alan ve sınıfı eğlendiren o kişiydi yani. kim sunwoo ise youngjae ile birlik olup hocalarla dalga geçen ama bir o kadar da havalı davranışlara sahipti. son olarak da lee minho vardı. minho genelde sessiz sakin ve pek konuşmayan bir tip gibiydi. ancak konu arkadaşlarıyla uğraşmaya geldiğinde gıcıklık yapmakta üstüne yoktu. ilk günde gördüklerinden vardığı yargılar bunlardı. ayrıca karina ile minho'nun sürekli bir yarış hâlinde olup birinciliğe oynadıklarını da öğrenmişti tabii.

jisung eve geldiğinde yeni öğrendiği bilgileri ve tanıştığı bütün kişileri kendi kafasında değerlendirdi bir kez daha. kime nasıl davranması gerektiğini düşünüyordu. henüz yeni başladığından herkese normal ve biraz da mesafeli davranmanın en iyisi olacağı konusunda kendi kendine katıldı. insanlara olan güveni kırılmıştı, her an kendisine bir şey diyebileceklermiş gibi hissederek konuşmaya korkuyordu zaten. son zamanlarda yaşadığı bir olay onu bu şekilde yapmıştı. zaten çok dışa dönük biri olmayan jisung, bir kişinin dediklerinden etkilenmesinin yüzünden tekrardan çekingen ve içe dönük bir hâl almıştı. yeni yeni kabuğundan çıkıp insanlarla daha iyi sohbetler kurmaya çalıştığı bu dönemde bunun olması pek de iyi olmamıştı elbette.

düşüncelerini bir kenara bırakmaya çalışarak dershaneden getirdiği kitapları eline aldı. o kadar çok kitap vermişlerdi ki hepsine bakmaya çalışırken bile baya zamanını harcamıştı. neden bu kadar çok kitabı bir anda verdiklerini anlayamamıştı. sadece konu anlatımlarını verseler bile yeterdi çünkü zaten birkaç ay sonra bu sene bitecekti. bu kitapların bir kısmını da hiç kullanamamış olacaktı böylelikle. müdüre bunu anlatmaya çalışsa da müdür dediklerini dinlemekten çok bir fen lisesi öğrencisi olduğundan dolayı bu kitapların hepsini bitireceğini inandığını anlatmıştı. jisung da kafasını sallayıp yanından çıkmıştı. lafını dinleyemeyecek birine boşu boşuna kendisini yormasına gerek yoktu ona göre. çözmek isterse çözerdi herhâlde bu kitapları da. tasarımlarını ve sorularını pek kaliteli bulmamış olsa da dershanede kullandıkları için konu anlatımlarını mecburen görmek zorunda kalacaktı. oflayarak dershaneye kendi içinden sövdü biraz. kullanan kişiler öğrencilerdi, ama görüşleri yok sayılan kişiler yine öğrencilerdi. gerçekten neredeydi bu adalet anlayamıyordu.

jisung'un her zaman her konu hakkında az çok fikri olurdu. bu huyuyla babasına benzediğini söylerdi herkes. babasını bir tık daha çok sevmesinin nedenlerinden biri de buydu belki de. birlikte oturup derin muhabbetler edebilirler hatta bir anda başlayan tartışmalara bile girebilirlerdi. annesi ile bunu yapmak biraz zordu çünkü annesi alınmaya çok yatkındı. jisung en ufacık annesinin hoşuna gitmeyecek bir kelime kullansa bile annesi hemen alınır, "sen zaten hep babanı daha çok sevdin." konuşmalarına başlar, en sonunda da terbiyesiz olduğunu söylerdi. artık annesinin laf söyleme şeklini bile ezberlemişti. bu yüzden de onunla kavgaya girmekten olabildiğince uzak duruyordu. abisi vardı bir de. aralarındaki yaş farkı fazla olduğundan o şu an çalışıyordu. arada onun yanına seul'e gider ve bir şeyler ısmarlatıp yanında kalırdı. busan'dan tek kurtulabildiği zamanlar da bu zamanlar olurdu. ailesiyle olan ilişkisini de bir kez daha gözden geçirmiş oldu.

kafasını yastığına koyduğunda uyumak yerine düşünmeyi tercih etti. düşüneceği o kadar fazla şey vardı ki... her ne kadar gün içinde de birkaç kere düşünmüş olsa da bazı şeyleri, tekrar tekrar düşünmek jisung'un bir özelliğiydi. fazla düşünen biri olduğu apaçık ortadaydı zaten. vazgeçmeye çalışsa da olmuyordu. bir kez de kendi kendine ofladı. fazla düşünmekten dolayı artık ağrımaya başlamış olan başının ağrısını dindirebilmek için başını yastığına daha çok bastırdı ve gözlerini kapayıp uykuya dalabilmek için uğraştı.

tom & jerry//minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin