0.4

808 85 64
                                    


Bir yerde okumuştum şey diyordu:

"iki insan birbirini gerçekten severse araya ne kadar zaman girerse girsin, kimlerle neler yaşarsa yaşasınlar, elbet bir gün yeniden karşılaşırlar. Ya birbirlerini affederler, çok sevdiklerinden; ya da asla affedemezler, yine çok sevdiklerinden."

_________________________________________________________

Yattığım yataktan doğrulmaya çalıştım yavaşça.
Sırtım iki gün önce ki olan olay yüzünden fena şekilde ağrıyordu.

Acı hissi ile gözlerimi yumarak, elimi refleksen sırtıma götürdüm.

Sikik beyinli insanlar için kendime zarar vermiştim.  Ve o beyinsiz bana teşekkür etme gereği duymak yerine laf sokmaya çalışmıştı.

Beyinden mahrum...

Sabahın o saatinde yurda geç gittiğim için beni bekleyen bir yığın gereksiz söz beklerken Bayan Sung'un beni kapıda bekliyor oluşu beni şaşırtmıştı.

Gizlice beni içeri almış ve revir götürmüştü.
Onun sayesinde bir kez daha kurtulmuştum. Anne şefkati görmemiş olabilirim ama o bana güvenini hissettiriyor.

Dün yaşanılan olay yüzünden okula gitmemeyi tercih ettim. Gözlerimi tekrardan kapatarak derin bir nefes aldım.

Artık kalkma vakti gelmişti. Eğer bugünde gitmezsem Bayan Sung'un beni idare edebileceğini sanmıyorum.

Yavaşça doğrularak kapıya doğru ilerledim. Koridorda sessiz adımlarla yürümeye devam ederken sola sapıp banyoya ilerledim, içeride hala kimse yoktu erken olduğu için. Ağır adımlarla aynanın karşısına geçtiğim zaman yüzüme bakmak kendimden iğrenmeme sebep oldu.

Gözlerimin altı şişip, morarmış ve saçlarım birbirine girmişti.

Bir insan ancak bu kadar kötü gözükebilirdi.

Sıkıntıyla oflayarak yüzümü yıkamaya başladım.
Bu alışkanlığımı seviyorum, temiz olmaya çalışmak.
Temizlik alışkanlığımı bana kazandıran üvey babaannem olmuştu. Aklıma geldikçe gözlerim dolar.

Yine aynı şey oldu, gözlerim geçmişin taze acısı yüzünden doldu. Gözlerimi sıkıca yumarak ellerimi lavaboya dayadım.

Unut Jennie.
Olanları unut.

Keşke bu kadar kolay olsa.
Unutmak, cidden ne kadar işe yaramaz bir duyguydu.
Sadece lafiz olarak vardı, manen hiçbir işe yaramıyordu.

Hızla banyo kapısını açarak odaya ilerlemeye başladım.

Etraftan kısık sesli konuşma sesleri gelmeye başlamıştı. Kimseye gözükmeden odaya ilerlemeye devam ettim.

Şansım ilk defa yerine gelmişti ki oda da benimle beraber kalan 5 kızdan hiçbiri yoktu. Hepsi ispiyoncu,  sadece müdüre hanımın gözüne girmeye çalışan amip beyinli kızlardı. Hepsinden midem bulanıyor. 

Dolabın karşısına geçtim.

Her zaman ki klasiklerimi alıp giyinmeye başladım.

Cebimden çıkardığım, birbirine dolanmış olan kulaklığı çözüp iki kulağıma yerleştirdim. Gözlerim müziğin şehveti ile kapanırken olduğum yerde durup kendi kendime tekrar ettim, sözleri.

Can you hear the silence?
-Sessizliği duyabiliyor musun?-

O sessizliğe gömüldüm ben.

Can you see the dark?
-Karanlığı görebiliyor musun?-

Karanlık artık iç dünyamın bahçesine yuva yapmış bir şekilde.

Can you fix the broken?
-Kırılanı tamir edebilir misin?-

Can you feel, can you feel my heart?
-Hissedebiliyor musun, kalbimi hissedebiliyor musun?-

Bu kısmı sanki bir daha hiç söylemeyecekmişim gibi hissederek söyledim.

Can you help the hopeless?
-Umutsuzlara yardım edebilir misin?-

Well, I'm begging on my knees
-Pekala, dizlerimin üzerinde yalvarıyorum-

Can you save my bastard soul?
-Piç ruhumu kurtarabilir misin?-

Will you wait for me?
-Beni bekleyecek misin?-

I'm sorry, brothers, so sorry, lover
-Üzgünüm kardeşlerim, çok üzgünüm aşkım-

Forgive me, father...
-Beni affet baba...

Bu kısma geldiğim zaman kulaklıkları kulağımdan çekerek müziğe son verdim. Bu şarkının geri kalan kısmını dinlemezdim. Sözleri canımı yakıyor.

Derin bir nefes alarak okula ilerlemeye devam ettim. Soğuk hava ciğerlerimi yakıp, geçiyordu.

Ama içimde olan yangına bir faydası yoktu.

Söylesene Tanrım, içime koyduğun bu ateşi ne zaman su ile buluşturacaksın?!

İsyan etmemin yanlış olduğunu biliyorum ama bu beni ondan alıkoymuyor.

Gözümün önünde beliren büyük bahçe ile sırtımı dikleştirip kapşonumu kafama attım. Bu beni rahat hissettiriyordu. Ağır adımlarla ilerlemeye devam ederken birisinin adımı seslenmesi ile duraksadım.

İlk başta kafamı hiçbir yere çevirmeden durdum ve yanlış duyduğumu zannederek ilerlemeye devam ettim.

Uykusuzluğun verdiği ağırlık yüzünden böyle sesler duyuyor olmalıyım diye geçirdim içimden. Beynim karman çorman olmuş iken, ikinci defa ismimi duydum.

"Jennie..." kafamı yukarı kaldırıp sesin geldiği tarafa gözlerimi çevirdim.

Yeni gelen kız, hani şu peşimi bırakmayan. İşte o kız şuanda bana durduğu yerden yanına gelmem için el sallıyordu. Onu umursamadan yürümeye devam edecekken arkasında ki silüet ile olduğum yerde donanım kaldım.

Nefesimin kesildiğini hissetmeye başlıyorum.

Gözlerim, yine gözleri ile buluştuğu zaman, zaman kavramını yitirdiğimi hissettim.

Kahvelerinin içinde gömülür iken kendime gelmem gerektiğini farkettim. Gözlerimi hızla farklı bir tarafa çevirdim. Ama kendime yine engel olamayıp o tarafa baktığım zaman gözlerinin üstümde olduğunu gördüm.

Bu kahveler...

İki gün önce, yine aynı bu şekilde nefesimin kesilmesine sebep olan, çatıda ki kahvelerin sahibinin ta kendisiydi.

Tell Me About Love |TaennieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin