Yalnız doğdum, yalnız öleceğim. Yaşadığım tüm anlar, öptüğüm tüm erkekler, tüm sevişmelerim, tüm ağlamalarım, bütün ızdırabım akıyor ayaklarımın altından. Karanlığın içinde bir noktayım, aydınlığın içinde bir ışık. Var oldukça, yok oluyorum. Hayat, işte budur.
Sıkışıp kaldım dünya zindanında. Gardiyanım yok, suçum doğmak. Zincirlenmiş, duruyorum bir köşede. Çığlığım duvarlara çarpıp bana dönüyor. Tanrım, diyorum, cennetten kovduğun Adem gibi, çarmıha gerilen İsa gibi, beni de mi yalnız bıraktın?
Haykırıyorum gökyüzüne doğru, "Eli, Eli, lema şevaktani?"*
*Saat üçe doğru İsa yüksek sesle, "Eli, Eli, lema şevaktani?" yani, "Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?" diye bağırdı. (Matta 27: 46).
Kafeden ne zaman çıktığımı hatırlamıyorum, zaman algımı yitirmiştim. Gökyüzünün rengi lacivertten kızıla dönüyordu. Bulutların ardında güneş parlıyordu. Cadde boyunca yürümeye başladım. Yol boyu oluk oluk insan akıyordu. Kulağım uğulduyordu. Ağzımda tuhaf, ekşi bir tat. Gölgeler etrafımda geziniyor, fısıltılar beynime çivileniyordu. Var ya, diye mırıldandım, biraz cesaretim olsa var gücümle bağırırdım. Safra sıvısı boğazıma geldiğinde dayanamayıp sokağın kenarındaki direğin yanına kustum.
Dengemi kaybettim. Köşe başındaki parka gidip bir banka oturdum. Deri ceketimin cebinden sigara paketini çıkardım. Sigarayı iki dudağımın arasına yerleştirip yaktım, duman burun deliklerimden çıkarken boş gözlerle etrafa bakıyordum. Salıncağa bakarken çocukluğumu anımsadım. Babam, benim dışarı çıkmama asla izin vermezdi. Abim ise istediği zaman dışarı çıkabiliyordu. Küçükken nasıl da kıskanırdım onu. O erkekti, güçlüydü ve en önemlisi özgürdü. Oysa ben bir odaya sıkışmış, ufalmış küçücük bir kız çocuğuydum.
Bir gün Sedat, abim, bana acımış ve beni o küf kokan odadan kaçırmıştı. Annemin haberi yoktu, komşuya gitmişti. Evin demir kapısının dışına ilk adımımı attığımda kalbimin fırlayacak gibi hızlı attığını hatırlıyorum. Abim kolumdan tutmuş merdivenlere doğru beni sürüklüyordu. Merdivenleri hızlıca inip binanın iki sokak arkasındaki parka koşmuştuk. Yaz güneşi tepemizde, terli vücutlarla koşuyorduk. Nefes nefese kalmıştım, abim parka gelir gelmez beni salıncağa oturtmuştu. Sallandığımda cennete ulaştığımı düşünmüştüm. İlk kez, bu kadar özgürdüm işte. Gülüşmeler, çocukların bağrışları, eriyen dondurmalar, terin tuzlu kokusu... Hepsi aklımda.
Akşam ezanından önce evin kapısının önündeydik. Boğazıma bir yumru oturmuştu, korkuyordum. Göğsüm çarpıyor, yutkunamıyordum. Annem ne diyecekti, daha önemlisi babam evde miydi? Evdeyse, o ne diyecekti? Varsın desin, diyordum, en fazla döver ve siniri geçerdi. Zile bastığımda, o an bir ömür gibi sürmüştü. Nihayet demir kapı açıldığında kaskatı kesilmiştim. Babamın dev gövdesinden o kadar korktum ki hemen abimin arkasına saklandım. Siyaha yakın koyu gözler alev saçıyordu. Dişlerinin arasından şu kelimeler döküldü.
"Seni küçük orospu, büyüyünce başımıza iş mi açacaksın?"
O gün aç uyudum. Havasız, rutubetli kilerimizde kilitli bırakıldım. Susuzluktan dilimin damağıma yapıştığını hatırlıyorum. Çok üşümüştüm ve açtım. Şimdi düşünüyorum da, bunlar hiç önemli değildi. Asıl önemli olan o gün sabaha kadar duyduğum acı dolu çığlıklardı. O gece babam sabah ezanına dek annemi döve döve sikti.
Usul usul esen rüzgar tenime işlerken titredim. Kaybedecek neyin kaldı, diye sordum kendime. Hiçbir şey! İşte asıl özgürlük budur diyordum. Yaşamı kaybetmek bile umurumda değil, özgürüm. Ateşte eriyen mum gibi yitirdim kendimi, demek özgürlük yok olmak demekmiş!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP +18
Teen FictionBerfu, bir kez doğmuş, bin kez ölmüş bir ruh. Bir cinayet; ki bu cinayet failin annesi, katilin babası olduğu bu cinayet, onu darmadağın etmiştir. Alkolün, uyuşturucunun, cinselliğin kollarına düşmüş bir gençlik. Bu roman size cennetin kapılarını va...