Avucumun içinde, parmaklarımın arasında dağılan toprak. Ceset gibi soğuk, cehennem gibi sıcak. Adem, diye haykırıyorum. Ey insan! İlk ayet oku iken neden kafamızı toprağa gömüp tapındık? Ey Adem! Kaldır şu kafanı, bak göğe, yıldızlara. Bir kez olsun eğme başını! Tanrı karşında, konuş, bağır çağır! Tanrım, diyorum, eğer varsan, hesaplaşmamız gereken konular var. Sana ve bana dair değil, varoluşa ait.
Ben ki, sudan yaratılmış aciz bir kulum. Ne cüret bu vahşilik? Soma* mı almalıyım ceza adına? Ey Tanrım, söyle? Kim katil, Azrail mi, sen mi? Neden yıldızlar düşüyor göz bebeklerime, kıyamet mi kopuyor, ne oluyor? Zelzele mi oldu, neden ayaklarımın altından su gibi akıyor toprak?
Ben doğduğum gün öldüm. Sanki doğduğum gün, bir hüzün tohumu ekilmişti göğsüme. Gecenin ikisi her vurduğunda düşüncelerimle besledim o tohumu, büyüdü, büyüdü, tüm bedenimi kapladı. Gözüme, burnuma, ağzıma giriyor dikenli dallar. Ey Tanrım, nefes alamıyorum. Anlıyor musun, nefes alamıyorum!
Çıplak ayaklarımla yürüyorum toprağın üstünde. Üstümdeki ince beyaz elbise, rüzgarın etkisiyle bir oraya bir buraya savruluyor. Gökyüzü ıslanmış, rimelleri akıyor. Usul usul damlıyor yağmur damlaları. Bir uğultu dolaşıyor kulağımda, rüzgarın tınısı olmalı. Bodur çam ağaçları ayaklanmış, kükrüyorlar yüzüme doğru. Korkuyorum, koşmaya başlıyorum. Ayaklarıma batan taşlar kesiyor tenimi, kanıyorum. Demek, hayat budur!
Nefesim kesiliyor, ama koşmaya devam ediyorum. Var gücümle koşuyorum! Düşsem de yeniden ayağa kalkıyorum. İşte, hain bir çukur var önümde! Yuvarlanıyorum. Karanlık çöküyor yüzüme. Bitkilerin dalları sarıyor vücudumu. Dikenler batıyor. Toprak yutuyor bedenimi... Karanlığa gömülüyorum, ah Tanrım, yok oluyorum. Demek, varolmak budur!
Kaç tane sigara yakıp söndürdüğümü hatırlamıyorum. Gecenin siyah örtüsü altına sığınmıştım. Balkonda, demir korkuluklara dirseğimi yerleştirip güç alıyordum. Usul usul esen rüzgar tenimden kayıyordu. Nedendir bilinmez, üşümüyordum. Karanlığın içinde parlayan sokak lambalarının sarı ışığına odaklanmıştım. Uzaklarda bir yerlerde köpeklerin havlama sesleri geliyordu. Düşündüm, çok düşündüm. Doldum, taşıyorum; tıpkı Tanrı gibi.
Göğsüme oturan taşı kınından çıkarıp fırlatamıyorum. Ne zamandır bu kadar yabancı olmuştum kendime? Berfu, kar tanesi. Avuçlarımda eriyip kaybolan kar tanesi. Geriye ne kaldı? Hiçbir şey. Yitirdim her şeyi, diyorum. İşte bundandır korkum, yitirdim kendimi. Şeytanın fısıltısını susturacak güç içimde yok artık. Farkındayım her şeyin, işte bu yüzden delirdim ya!
Bir ağrı var içimde, bir sızı. Toplumsal normların hepsine tüküreyim, diyorum dişlerimin arasından. Kim hırsızlık yapmış, kim kimin koynuna girmiş, kim namaz kılıyormuş, kim köprüaltında fahişelik yapıyormuş? Umurumda değil! Çünkü aynaya baktığımda, tüm etiketleri üstümde görüyorum. Hatalar yaptım, evet, yaptım. Hiç utanmadım. 6 yaşında kuran kursuna gittim, 9 yaşında namaza başladım, 15 yaşında ateist, 18 yaşında fahişe oldum! Baksana bana, yüzüme bak, korkuyor musun? Ben her ne isem, sen de biraz bensin, diyorum! Ne oldu, kaçıyorsun? Seni korkak, nereye kadar kaçacaksın? İşte karşındayım, kaçamazsın.
Ağzımın kuruduğunu hissedince su içmek için mutfağa doğru yöneldim. Ancak koridora çıktığımda biri tarafından kapıya yumruklar atılıyordu. Bir ses daha vardı, inleme sesi. Sesi seçemedim ama içimde kötü bir his vardı. Olduğum yerden fırladım, hemen kapıyı açtım.
Kutay! Ah, zavallı Kutay. İnsanlıktan çıkmış bir hali vardı. Saçları dağınık, kan ter içinde... Ah, canım Kutay... Ne oldu sana? Kolumdan tuttu, ancak öyle sıkı tutuyordu ki tırnakları derimi kesti. Kutay acı acı inliyordu. Giydiği tişörtü terden olsa gerek tenine yapışmış, sırılsıklam olmuştu. Bacağı kaskatı kesilmişti ancak kafası titriyordu. Birkaç kez öksürdü. Sonra dizleri üstüne çökerek bir şeyler mırıldandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP +18
Teen FictionBerfu, bir kez doğmuş, bin kez ölmüş bir ruh. Bir cinayet; ki bu cinayet failin annesi, katilin babası olduğu bu cinayet, onu darmadağın etmiştir. Alkolün, uyuşturucunun, cinselliğin kollarına düşmüş bir gençlik. Bu roman size cennetin kapılarını va...