İzlediğim bir animede, bir karakter diğer karaktere, kar tanelerinin renginin neden beyaz olduğunu soruyordu. Diğer karakter bilmediğini söylediğinde ise karakter şöyle cevap vermişti; Çünkü hangi renk olduğunu unutmuş da, ondan. Sahiden, insanın kendini kelimelere dökmesi oldukça zor, değil mi? Bazı duygular, kelimelerle açıklanmayacak kadar derin.
Bir mercek olsaydı diyorum, alnıma yasladığımda tüm duygularımı gösterebilen bir mercek. Oysa içimde dinmek bilmeyen bir fırtına var. Hiçbir geminin sağ çıkamadığı bir felaket. Kim bunu dindirecek? Ozan mı? Hayır. Ferit mi? Şayet fırtına ona vurursa evet. Kutay mı? Bilmiyorum... Şayet O beni kurtaracaksa, onu kim kurtaracak?
Küçükken, herkesin üstünde etiket gibi hikayeleri olduğunu düşünürdüm. Onları okumaya sonra anlamaya çalışırdım. Dinlemeyi çok severdim. Annemi, anlattığı masalları, arkadaşlarımı. Hep oturup dinledim. Oysa, diyorum, bir kerecik de olsa siz beni dinlediniz mi? Benim hikayemi okudunuz mu? Benim dilimi çözmeye çalıştınız mı? Sırıttım, artı ve eksi sapmaları göz önüne alsanız, belki de, bu halde olmazdım.
Gözlerimi kırpıştırdım. Gecenin ortasında uyanıvermiştim. Saat kaçtı, inanın bilmiyordum. Elimi Kutay'ın göğsüne yaslamıştım. Onun vücudu sıcacıktı ve kalbi güm güm atıyordu. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. Çenemi kaldırıp Kutay'a baktım. Saçlarım onu tahriş etmiş olacak ki yüzünü buruşturdu. Uzun kirpikleri, kemerli burnu, sivri çenesi... O kadar dağınık ve bir o kadar güzeldi ki! Parmak uçlarımı kirli sakalının üstünde gezdirmeye başladım. Okşuyordum, Kutay ise bir kedi misali garip sesler çıkarıyordu. Uyuyor muydu yoksa uyanık mıydı emin değildim.
Kutay'ın içimi ısıtan sıcaklığı.
Kutay'ın genzimi yakan tuzlu kokusu.
Kutay'ın sırtımdan belime doğru ilerleyen parmak uçları.
Tenim, Kutay'ın teninde gezinirken günahkar bir ruh gibi hissediyordum. Şeytan'ın dudaklarından dökülen kelimeler beni büyülemişti. Günahmış, aldırmadım. Bu hayata geldim işte, onu iliklerime kadar yaşamadan bırakmam... Yutkundum, ancak boğazım o kadar kurumuştu ki canım yandı. Doğrularak kalktım ve mutfağa doğru ilerledim.
Dolabın kapağını açtığımda açılan sarı ışık gözümü aldı, dudaklarımı büzdüm. Buz dolabı neredeyse boştu, sadece biralar ve pizzalar vardı. Birayı alıp yere oturdum. Çünkü mutfakta ne masa ne sandalye vardı. Biranın kapağını çekip kopardım. Karşımdaki duvara bakıyordum. Çünkü duvarda asılı olan bir fotoğraf vardı. Karanlıktan dolayı pek seçilmiyordu ancak iki erkek çocuğu yan yana duruyordu. Hemen ışığı açıp tekrar fotoğrafın karşısına geçtim.
Bu küçük çocukları tanıyordum. Efe ve Kutay. Arkada ise kocaman bir bina vardı, yurt olmalıydı. Efe'nin boyu Kutay'dan biraz uzun ve kolları Kutay'ın omzunda duruyordu. Efe gülümsüyordu, yamuk dişlerini ortaya çıkarmıştı. Saçı uzundu ve bana bu o kadar garip gelmişti ki, anlatamam. Kıyafetleri oldukça düzgün ve temizdi. Sonra Kutay'a baktım. Gri gözlere baktım... Ve etimden et koptuğunu hissettim.
Kutay'ın kıyafetleri yırtık, saçı dağınık ve yüzü asıktı. Ayakkabısının bağcıklarını bile bağlamamıştı. Elinde bir defter vardı, onu sımsıkı tutuyordu. Gri gözler kızarmıştı, öncesinde ağlamış olsa gerek, diye düşündüm. O defter de neyin nesiydi? Kutay... Ben siyah bir kedi, sen gecemi aydınlatan yıldız. Söylesene, yıldızlara dokunmak istemenin neresi yanlış?
"Berfu."
Arkamı döndüğümde gri gözler ile karşı karşıya geldim. Kutay'ın kaşları çatıldı. Yutkundum, ağzımın içinde bir şeyler geveledim. Sonra Kutay'ın ifadesi yumuşadı ve bir anda kendimi onun kolları arasında buldum. Sarılırken kokusunu içime çektim, bu kokuyu seviyordum. Kutay'a özel o yumuşak koku...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP +18
Teen FictionBerfu, bir kez doğmuş, bin kez ölmüş bir ruh. Bir cinayet; ki bu cinayet failin annesi, katilin babası olduğu bu cinayet, onu darmadağın etmiştir. Alkolün, uyuşturucunun, cinselliğin kollarına düşmüş bir gençlik. Bu roman size cennetin kapılarını va...